Adem ÖZKÖSE (Gazeteci – Yazar) | Merhaba News

Adem ÖZKÖSE (Gazeteci – Yazar)

Bu sayımızın konusu olan “Ümmetin Birliği” hakkında röportaj yapılabilecek kişiler arasında Adem ÖZKÖSE en başta geliyor olsa gerek. Özköse, Gerçek Hayat Dergisi’nin Şam merkezli İs lam dünyası muhabiri. Türkiye onu Şam’da arkadaşı Hamit COŞKUN ile yaşadığı esaret hayatından tanıdı. Yaklaşık 50 civarında ki İslam ülkesini gezmiş, Marmara Üni. İletişim Fakültesi mezunu bir gazeteci.

“Benim olan günahlarımdır; şan ise Allah'a aittir...” diyebilen, yürekli ve cürmüne sahip çıkan bir insandır. “Çocukların öldürüldüğü dünyada biz yaşamasak da olur” duyarlılığında, sınır tanımaksızın zulmün olduğu coğrafyalara gidip masum insanların dili olmuş cesur bir gazetecidir.

Öyle güzel söyleşiler yapıyor ki sanki biz de o ortamda oluyoruz; öyle güzel gezi yazıları yazıyor ki sanki biz de o mekânlarda aynı havayı teneffüs ediyoruz. İslam dünyasından o kadar can alıcı haberler derliyor ki gözümüz kulağımız oluyor. Ve onunla yaptığımız röportaj:

Adem hocam, sohbetimize isterseniz ümmetin şu anki durumu ile başlayalım.

Allah’u Teala (cc) “innemel mü’minune ihvetun (müminler ancak kardeştir)” ayeti ile bizi kardeş kılmıştır. Özellikle, “inananlar ancak kardeştir”, diyerek bizim kardeş olduğumuzu, aramızda kardeşlik bağının olduğunu âyeti kerime ifade ediyor. Ümmet özellikle ecdadımızın, Osmanlının tarih sahnesinden çekilmesi ile birlikte tıpkı bir tesbih taneleri gibi sahipsiz kalmış. Bir tesbihi düşünürsek tesbihin imamesi bir zamanlar Osmanlı imiş, bir zamanlar halife imiş, ama o imame kopunca tesbih taneleri dört bir tarafa dağılmış. Bugün 100 yıl önce âlem-i İslam hilafetin yıkılması ile birlikte Ümmet-i Muhammed her şeyden önce siyasi ve askeri önderliğini, korunağını kaybetti. Çünkü halife, hilafet Ümmet-i Muhammed için bir kalkandı, bir birliktelik sembolü idi. Hilafet yıkıldıktan sonra ne oldu? Emperyalistler, ehli küffar bizim topraklarımızı, Ümmet-i Muhammedi parçalara ayırdı, tarihsel hiçbir gerçekliği olmayan devletler kuruldu.

Zannediyorum bunun amacı da ümmet birliğini bitirmek idi.

Tabii, temel sebep bu idi. İngilizler gemilerle İstanbul’a geldiler. İstanbul gibi bir yer herkesin gözünün üstünde olduğu bir yer ama İngilizler burayı işgal etmelerine rağmen çekip gitmişlerdi. Bu hiç mantıklı geliyor mu? Demek ki bir söz alındı. Neydi bu alınan söz, Mustafa Kemal’den? Alınan söz hilâfeti bitirmekti. Bunun üzerine anlaşıldı. Çünkü hilafetin bitirilmesi demek Müslüman ülkelerin, halkların birbiri ile irtibatının kesilmesi demek. Biz hilafeti bunun karşılığında kaybettik. Bundan sonra ulusçuluk, milliyetçilik düşüncesi hâkim olmaya başladı ki bu İslam toplumlarına ters bir düşüncedir. Çünkü bizim inancımıza göre sadece Türkler kardeş olamaz, sadece Araplar kardeş olamaz, sadece Kürtler kardeş olamaz. Bizim inancımıza göre ancak inananlar kardeştir. Müslümanlar arasındaki diyaloglar, ilişkiler kesilince askeri işgaller başladı. Ümmet-i Muhammed Doğu Türkistan’dan Arakan’a, Filistin’den Patani’ye kadar dünyanın dört bir yanında sıkıntılar çekmeye başladı.

Bugün de baktığımızda dünyada bir birliktelik var. Mesela Avrupa Birliği diye bir şey oluşturulmuş. Hristiyan devletler daha çok üye bu birliğe. Bu birlik içindeki devletler birbirleri ile yıllarca savaşmalarına rağmen bir birliktelik oluşturdular.

Ben şuna inanıyorum ki sıkıntıların en büyük nedeni ümmet olamamamız. Her Müslümanın gelecek tasavvurunda mutlaka İslam Birliğinin yeniden tesis edilmesi, hilâfetin veya benzer bir şeyin oluşturulması fikrinin olması lazım.

Bu emperyalistler sadece bizim topraklarımızı işgal etmediler, aynı zamanda zihinlerimizi de işgal ettiler. Mesela; “Ne mutlu Türküm diyene.” sözü. Okullara asıldı, her yere asıldı. Buna inananlar oldu. Bir Müslüman Türk olduğu için, Kürt olduğu için mutlu olamaz. Çünkü bizim inancımızda üstünlük ancak takvadadır, Allah katındadır. Bir kere bu uluscu, milliyetçi tortulardan, bu işgalden kurtulmamız lazım. Ümmetçi bir gençlik yetiştirmemiz lazım. Geleceğe sahip olmak istiyorsak mutlaka gençliğe sahip olmamız lazım. Gençliğe sahip olursak gelecek bizim olur.

Son 10-15 yıl ki gelişmelere baktığımızda bu ülkede küfrün beli kırılmıştır. Gören ve görebilen gözler

  Için gelecek İslam’ındır. Geleceğe hazırlanmak için de gençlik yetiştirmemiz lazım.

Geçmişte Balkanlar’da, Ortadoğu’da seyirci bir ülke vardı ama şimdi oyuncu bir Türkiye var. Fakat bu da yetmez, oyun kurucu bir Türkiye lazım. Tabi bu gelişmeler alemi İslam’da İslam Birliği’nin kurulması umudunun, hayalinin önünü açıyor.

Bundan dolayı bu şer güçler Türkiye’nin önünü kesmeye çalışıyorlar. Mesela 46-47 İslam ülkesini gezmiş bir kardeşiniz olarak, 57 tane İslam ülkesi var, eğer âlemi İslam bir araya gelecekse Türkiye’den başkası bunu yapamaz. Tarihsel olarak da bizim tarihimiz buna uygun. Geçmişte bunu yapmışız. Zaten psikolojik olarak da İslam âlemi bu birlikteliğin oluşturulmasını ne İran’dan, ne Suudi Arabistan’dan, ne de Pakistan’dan bekliyor, bunu Türkiye’den bekliyorlar. Söylenen her şey bu ülkelerde heyecan oluşturuyor. O yüzden bu topraklar çok önemli.

İslam Birliğini oluşturmada Türkiye’nin bu liderliğine karşı çıkacak halklar veya yöneticiler var mı?

Türkiye’den bir liderlik beklentisi var. Türkiye bir abi olarak görülüyor, ümmeti birleştirsin diye

bekleniliyor. Bizim halklar nezdinde bir sorunumuz yok. Müslüman halklarda her türlü yaşanan kötü şeylere, işgallere rağmen, medyasal ve kültürel kuşatmalara rağmen İslam kardeşliği duygusu yok edilemedi. Bunun için çok uğraştılar. Halklar bu birliğe hazır. Zaten Arap Baharı ile yaşanan bir süreç var. Bu o ülkelerdeki yöneticilere bir itiraz idi, başkaldırı idi. Burada aslında birçok sebep var, ama Müslümanlar artık insanca yaşamak istiyorlar. Topraklarının işgal edilip namuslarına el sürülmesine itiraz ediyorlar. Türkiye’nin lider olmasının halklar nezdinde istendiğini düşünüyorum.

Yöneticilerden karşı çıkanlar ise Batılıların atadıkları, onlar tarafından yönlendirilen insanlar. Çünkü bir yönetici nasıl olurda Müslümanların birlikteliğine karşı çıkar?

Halkların Türkiye’yi lider görme isteklerini yurtdışına gittiğimizde yakından müşahede ediyoruz. Bu da aslında bizim ne kadar önemli bir sorumluluğumuzun olduğunu gösteriyor.

Bunu örneklerle somutlaştırabilir miyiz?

Her gittiğimiz yerde halifenin torunu olarak algılanıyoruz, görülüyoruz. Mesela, Sri Lanka’da “efendi” ifadesi kullanılır. Bu İstanbul’u ziyaret etmiş, İstanbul’u görmüş kişiler için kullanılıyor. Hacca gidenler nasıl hacı oluyorsa, İstanbul’u görenlerde “efendi” oluyor. Böyle bir kültürleri var. Bunun gibi yüzlerce örnek anlatabilirim.

Bizim onlara kardeşlik elimizi uzatmamızı bekliyorlar. Ne zaman sahip çıkacaksınız, ne zaman elinizi uzatacaksınız diye bana sarılıp ağlayanlar çok oldu. Başta Gazze olmak üzere her yerde bu durumla karşılaştım. Yani ümmetin toplanması için çok sorumluluğumuz var.

Arap Baharı ile Batı’nın uşağı olan yöneticilerden kurtulacağız diye ümitlenmiştik ama çok başarılı olmadığı görünüyor. Gidişat ne yönde?

İslam dünyası yaklaşık 100 yıldır işgal altında. Arap Baharı işbirlikçilere karşı isyandı. Batınında, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki menfaatleri zedelenmeye başladı. Yeni bir durum oluştuğunda ona göre pozisyon alırsın. Batı baktı ki uşakları bir bir elden çıkıyor, hemen yeni ittifaklar oluşturdular ve kaybettikleri yönetimleri geri almak için hamleler yapmaya başladılar. Mesela, Yemen’de İran ile ittifak kurdular. Yemen’de İhvan başa gelecekti ama bunu engellemek için Husilere destek verdiler. Husiler Suudi Arabistan’a yakınlar aynı zamanda ABD’ye yakın. Bütün ilişkiler İslami kadroların önünü kesmek için. Suriye’de de öyle. 4 yıldır Esad katlederken sesi çıkmayan Batı, şimdi Işid bahanesi ile İslami kesimleri de vuruyor, güçlerini zayıflatmaya çalışıyor.

Aynı zamanda Mısır’da Mursi yönetimini devirdiler, ABD ile diyalog halinde birini getirdiler. Şu anda batı kaybettiği mevzileri kazanmaya çalışıyor. Bu üzücü bir durum ama İslam dünyası, Müslümanlar şunu öğrendi: Bir direniş kültürü oluştu. Batı, Yemen’de bir takım ittifaklar kurarak siyasi kazanım elde edebilir. Ama yarın yine yıkılacak, çünkü bir direniş iradesi var. Onun için Mısır teslim olmuyor, Suriye 4 yıldır bombalanmasına rağmen teslim olmuyor.

Batı bizim için bir problem ama bizim en büyük, asıl problemimiz ittifak sağlayamamamız, birlik sağlayamamamız.

Batı bizim için problem, bu aşikâr ama İslam Birliği’nin sağlanmasında Batı’nın dışında takoz olanlar kimlerdir, nelerdir?

Bu takozlardan birincisi cemaatçilik, grupçuluk, particilik hastalıklarıdır. İnsanların cemaati, grubu, siyasi partisi olabilir ama bizler her şeyden önce “Ümmet cemaati”nin mensuplarıyız.

Önce “ümmet cemaatinin mensubu olma” hissinin önüne hiç bir şey geçmemeli. Cemaatler, dernekler güzeldir ama bunlar sizi ümmetçi olmaktan daha fazla cemaatçi olma, dernekçi olma yapıyorsa orda problem vardır. Ümmete entegre olmanıza yol açıyorsa bu cemaat, dernek güzeldir.

İkinci engel ise gençliğe yatırım yapılması lazım. Şu anki siyasi iktidar birçok engeli kaldırdı. Bizler 28 Şubat zamanında bir sohbete giderken bile grup olarak gidemez, tek tek giderdik.

Enteresan olan şudur ki; o zaman ki samimiyet şu an yok. O dönemde herkes gençliği gözü gibi görürdü. Şimdi herkesin parası var, makamı var, evi var… Böyle olunca gence yönelemiyoruz. Bunu aşamazsak gençlik bizim olamaz.

Kim gençliğe yatırım yapıyorsa o en akıllı işi yapıyor demektir ve gelecekte de onların sözü geçecektir.

İran bir takoz mu? Eski cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın yaşantısına baktığımızda cezbeden bir hayat şekli var.

Bu çok normal bir bakış. Bizler toprakları İslam dışı güçler tarafından yönetilmiş, hakarete uğramış bir ümmetin çocuklarıyız. Hangi ülkede İslam adına bir şey olsa bizim ona sempati ile bakmamızın önünü açar. İran konusunda da aynı şey oldu, sempati ile bakıldı. Ama şu an İran yönetimi ümmetin maslahatını değil, Şii mezhebinin maslahatını önceleyen bir yönetimdir. Hatta Şii mezhebinin maslahatının ötesinde Fars idealini, büyük İran kurma, Fars milliyetçiğini önceleyen bir anlayışları var.

İran’ın Filistin davasına verdiği destekten ötürü kimsenin bir itirazı yok, olamazda. Neye itirazımız var? İran’ın Müslümanları arkadan hançerlemesine itirazımız var.

Bugün Suriye’de ki halkla İran’ın askeri, İran’ın Hizbullah’tan getirdiği askerler savaşıyor. İran Yemen’de Husileri finanse ediyor, her türlü desteği veriyor. İran girdiği her yerde fitneye sebep oluyor. Bizim İran halkı ile sorunumuz yok. Ehli sünnet ulemasına göre onlar da müslümandır ve tekfir edilemezler. Ama bugün İran yönetimi ben müslümanım demesine rağmen Müslümanlara zulüm ediyor, kadınlara tecavüz edilmesinin önünü açıyor, ki Esad’a en büyük desteği onlar veriyor.

İran ne yazık ki ümmetten uzaklaşmıştır. Temennimiz, duamız İran’ın yönünü tekrar ümmete dönmesidir.

Yıllarca mezhep savaşlarından Müslümanlar çok çekti, mezhep fanatizminden dolayı birbirlerini öldürmüşlerdir. Anadolu topraklarında mezhepçilik yoktur. İsrail’e karşı savaşan Hizbullah’a destek vermemiz, İran’daki İslam inkılabına  sempati duymamız bizim mezhepçi olmadığımızı gösterir. Ama özelde İran, genelde Şiiler mezhepçi duygu içerisindeler. Şiilik kin üzerine kurulmuş. Tarihte Kerbela diye bir vaka yaşanmış ve bunun üzerine devam ediyorlar. Ama şu an Şam’da, Halep’te… hergün Kerbela yaşanıyor. Kur’ân hayata müdahil olur, bugün neler oluyor ona bakmamız lazım.

Yeni Türkiye’nin dış politikasının İslam Cumhuriyeti olduğunu söyleyen İran’dan daha ümmetçi, daha insani olduğunu düşünüyorum. Hataları, eksiklikleri muhakkak var ama Türkiye mazlumun yanında olmaya çabalayan, mezhep ayırt etmeyen hatta bazen din bile ayırt etmeden mazluma el uzatmaya çalışıyor.

 

Aslında bizlerinde AB gibi bir birliği, örgütü var: İslam Konferansı Örgütü (İKÖ). Fakat âtıl duruyor. Hatta Türkiye’nin 2004-2014 arasında dönem başkanlığı yapmasına rağmen pek aktif olamayan bir örgüt. Bu konuda ne dersiniz?

İKÖ’yü CHP’den cumhurbaşkanı adayı olabilecek biri yönetti. Bence Türkiye bu konuda Ekmeleddin beyi İKÖ’ye  aday göstermekle en büyük yanlışlarından birini yaptı. İKÖ çok fonksiyonel bir yapı değil. Her tarafta yer yerinden oynarken anca kınama da bulunuyorlar. İmkânım olsa bu örgütü lağv ederim, sadece tabelası var.

Bizler Müslümanlar olarak ümmetçi düşünceyi oluşturabilirsek, siyasi iktidarlar buna uymak zorunda kalırlar. Ümmete gönül gözüyle bakabilen bir nesle ihtiyacımız var, sadece bilgi ile bakabilen değil. Şam değince yüreği sızlayan, Kahire değince gözleri yaşaran, Endülüs değince uykuları kaçan… bir nesil oluşturabilirsek o zaman Ümmet-i Muhammed’in birliğinden bahsedebiliriz. Hepimizin gelecek tasavvurunda İslam Birliği olmalı, bu bizim kızıl elmamız olmalı.

Sivil toplum kuruluşlarına bu noktada çok iş düşüyor o zaman.

Herkese iş düşüyor. Derneklerimiz, vakıflarımız, cemaatlerimiz… ne kadar ümmetçi olursa o kadar güzelleşirler.

Ümmet’in kafasında, daha doğrusu insanların kafasında şu var: Nereye bağlısınız? Bu ifade ümmetin önüne geçip bizi tökezletiyor, bunu aşarsak birçok şey değişecek inşallah. Hocam, her ne kadar siyasi iktidarımızın baş aktörleri gittikleri Müslüman ülkelerde lider olarak algılansa da, en azından halklar nezdinde, kendi ülkemize baktığımızda sanki bir grubu dışlıyorlar gibi görünüyor. Bir taraftan liderlik görüntüsü, öbür taraftan ayrıştırıcı bir görüntü. Bu hususta ne dersiniz?

Ben bir dışlama olduğunu düşünmüyorum. (Dışlandığı görüntüsüne sahip olan grup) Beni tutuklayacaklarmış. Neden? (İHH Başkanı) Bülent YILDIRIM ile görüşmeler yapmışım. Ne görüşmüşüz? Mursi devrilince bir Mavi Marmara daha kaldıralım; Filistin için, Suriye için bir şeyler yapalım diye görüşmüşüz; ama adamlar bundan rahatsız olmuşlar ve bizi Tevhid Selam Örgütü üyesi olmakla suçladılar. Telefon görüşmelerinden rahatsız olmuşlar, halbuki bu konuştuklarımız İsrail’in, ABD’nin, Esad’ın rahatsız olacağı işler. Siz de rahatsız oluyorsanız sıradan, basit bir cemaat değilsiniz, bir örgütsünüz demektir. Ülkenin yönetimini, siyasetini, ordusunu, polisini ele geçirmeğe çalışan, bunların içine sızmış, ülkenin geleceğini tehdit eden bir örgüt. Türkiye’deki siyasi iktidar buna karşı çıkıyor, yoksa Müslümanları ayrıştırmıyor.

Şuna hepimiz karşı çıkarız: Bu insanlara inanan samimi insanlar var, ülkenin birliğine, bütünlüğüne tecavüz etmemiş, öğrenci yetiştiren insanlara karşı çıkanlara biz de karşı çıkarız. Ama burada bir siyasi organizasyon var. Bunlarda Başbakan’ı (şimdi ki Cumhurbaşkanı) içeri atmaya çalışan bir örgüt var. Bununla tabii mücadele edilecek.

Şuna dikkat etmemiz lazım; kimseye haksızlık edilmemeli, asla toptancı yaklaşılmamalı. Paralel yapıya karşı olmak, onlara sövmek, hakaret etmek iyiymiş gibi algılanıyor. Sanki makam, mevki kazanmak için böyle yapanlar var. Devlet bu ayrımı iyi yapmalı. Eğer siz aynı şekilde zulmeder, haksızlık yaparsanız bunun hesabını da verirsiniz.

Büyük fotoğrafa baktığınızda hizmetin birçok ülkede okulu var, Türkiye’nin adını duyuruyor ya da biz öyle algılıyoruz. Bizim de arzu ettiğimiz şeyler değil mi bunlar? Görüntüde ümmetin birliğini sağlıyorlarmış gibi duruyor.

Bizler de takdir ediyorduk. Afrika’ya gittiğimizde bir Türk görmek, bir Türk okulu görmek hoşumuza gidiyordu. Türkçe’nin öğretilmesi bizi gururlandırır. Ama ümmetin dili Arapça’dır. Biz niye sünnetin ruhundan uzaklaştık. Harf inkılâbı yapıldı, mezar taşlarını bile okuyamaz hale geldik. Böyle bir zulüm olabilir mi? Tarihle, Kur’ân ile bağımızı koparmışlar bizim.

Başımıza gelenlerin sebebi Kur’ân’dan uzaklaşmaktır. Kur’ân ilkeleri koyar, yaşantıya geçiren ise sünnettir. Bunun dili de Arapça’dır. Türkçe öğretmek/öğrenmek Türk Birliğini sağlar.

İnsan kibirlenmeye başladığında, ben oldum dediğinde en büyük hataları yapar. Bunlar biz her şeye muktediriz, bizim haberimiz olmadan yaprak bile kıpırdamaz dediler ve bugünkü yaptıklarını yapmağa başladılar.

Bu cemaat Ümmet-i Muhammed ile aynı tepkiyi verememiştir. Örneğin; hiçbir Müslüman İsrail’i otorite olarak görmezken bu cemaat İsrail’e otorite demiştir. Onun için bu yapılanların ne kadar İslam Birliğine hitap ettiğini veya etmediğini tartışmak lazım.

BOP Eşbaşkanı olan Recep Tayyip ERDOĞAN ne oldu da Müslümanların gözünde lider duruma geldi?

Tayyip ERDOĞAN bir öncüdür. Tayyip ERDOĞAN’ın son 5-6 yıllık performansını daha çok beğeniyorum. Yıllarca Erbakan hoca ile çalıştılar ve kazandıkları tecrübe sonucu yeni bir tarz geliştirdiler. Fincancı katırlarını ürkütmeden hareket ederek eşik aşıldıktan sonra ruha dönme konusunda adımlar atılmağa başlandı.

İslam bu ülkenin geçmişi ve geleceğidir. Siz İslam’ı bu ülkeden atarsanız ruhunu atmış olursunuz. İslam’sız bir Türkiye, İslam’sız bir Anadolu kalpsiz bir ceset gibidir.

Varoluş sancıları çekiyoruz. Biz sadece aynı seviyeye geldik, bu bile onları korkutuyor. Eğitim hakkında bile anca aynı seviyeye geldik.

Bu arada sadece siyaset ile yeni bir ülke oluşturulmaz, yeni bir gençlik, yeni bir medya… lazım.

Hocam son olarak dernek faaliyetlerimiz hakkında ki düşüncelerinizi alalım. Biliyorsunuz İKRA DERNEĞİ olarak bizler okuyan ve okutan bir derneğiz. Ayrıca bu dönemde bir yer tutarak İKRA Gençlik Etüd Merkezi olarak sadece gençlere hitap eden bir çalışma başlattık.

İKRA DERNEĞİ kitaba çağırıyor, en soylu eylem insanı kitaba yönlendirmektir. Muazzam bir çalışma, gelecekte meyvesini alacağınız bir çalışma.

Geri kalma nedenlerimizin başında “okumamak” gelir. Bu çalışmayı çok takdir ediyorum. Keşke yüzlerce İKRA DERNEĞİ açılsa, insanları okumaya teşvik eden.

Okumayan insan sloganlarla konuşur, hamaset yapar. Çünkü okumadığı zaman düşünme melekesi gelişmez.Sosyal medyadan da gençlik yetişmez. Bu mecraları kullanmamız lazım, çok önemli kanallar ama asıl kaynak kitaptır.

Bir zamanlar Almanya Fransa’yı işgal eder. Fransız devlet başkanı avânesine şöyle söyler: “Size bir iyi, bir de kötü haberim var. Kötü haber şu ki; Almanlar işgale geliyor, iyi haber ise yazarlarımızın (Fransız yazarları) kitaplarını sakladık, yıkılsak bile bunlarla yeniden bir Fransa kurulmasının önünü açarız.”

Herkesi bu tür çalışma yapmağa çağırıyorum ve görev yapan arkadaşları selamlıyorum.

 

 

RÖPORTAJ: Erdoğan AYDIN - Salim UZMAN

 

Kayıt Ol



Üye Girişi