Mehmet Çelik
Mehmet Çelik

Mehmet Çelik

-

Yazarın Haberleri
ARAKAN

1430 da kurulup 1784 de Portekiz ve Hollanda destekli Budist Burmalıların saldırısı ile son bulan Arakan devletinin sahipsiz, korumasız, kimsesiz ve dışlanmış milleti olan Rahingyalılar, o gün bu gündür kendilerini kabul edecek devlet aramaktadır. Arakan devletinin bir kısmı komşusu bir kısmı da zamanında parçası olan şimdiki sınır ülkeleri “ne yapsam da onları kabul etmesem” diye bir taraftan bahane ararken diğer tarafından mahcubiyetle beraber mecburen kabul ettiği Rohingyalıların resmen kabullenmemek için her türlü numarayı çevirmektedirler.

Milyonlarca insan fiilen var olmalarına karşın resmen yokturlar. Dünya’ya gelmişsin, nefes alıp veriyorsun ama bir kimliğimiz yok, anne-babanız var ama yoklar, okulunuz yok, sağlık güvenceniz yok, barınma imkânınız yok, eviniz yok, seyahat özgürlüğünüz yok, iş imkânınız yok. Yok, yok, yok. Sizi, insan onuruna yakışır şekilde hayatta tutacak hiçbir şeyiniz yok. Aslında varsınız ve yaşıyorsunuz ama resmen yoksunuz. Kimsiniz nereden geldiniz, nerede ve nasıl yaşarsınız, kaç kişisiniz ve gelecekle ilgili düşünce ve planlarınız nedir? Kimse bilmiyor? Daha da en kötüsü bilmek istemiyor. Devletler ve devletlerin birleştiğini iddia eden Birleşmiş Milletler sadece; “ göstermelik ve geçici önlemler alıyormuş” gibi davranmakta. Ve bu davranışları da ödüllendirilmektedir.

İnsanın kendisini ispat etmesi kadar zor ve acı bir şey yoktur. Bu acıyı görmek isteyen ARAKANA kadar bir zahmet gitsin ve gerçeği tüm çıplaklığı ile görsün.

3-6 Kasım 2018 tarihleri arasında İHH İnsani Yardım Vakfını Bangladeş cox-pazar bölgesindeki Arakan mültecilerine yaptıkları yardımları yerinde görmek için; Beykoz Kaymakamı Sayın Ahmet KATIRCI, Düzce Kaynaşlı Belediye Başkanı Sayın Erol BAYRAKTAR ve Yardımcısı Emin GÜNDOĞDU ile gittiğimizde gördüğüm manzarayı yukarıda özetlemeye çalıştım. 10 kişilik bir ailenin 12 m2’de her türlü tehlikeye karşın nasıl yaşabildiklerini gözlerimizle gördük. Bir acı gerçeği ifade etmeme müsaade edin. Bu gördüğümüz manzara aslında “İslam Dünyası” diye isimlendirilen Müslümanlar olarak bizim “YÜZ KARAMIZ” dı. Biz aslında; 2 milyar’a yakın Müslümanlar olarak kendi acizliğimizi, korkaklığımızı, iş bilmezliğimizi, beceriksizliğimizi gördük. Kısaca biz, aslında biz değiliz.

3 gün boyunca Bangladeş de gördüğümüz; sefalet, yoksulluk, fakirlik, acizlik, kimsesizlik ve en önemlisi de vurdumduymazlık. Müslümanlığımızdan ve insanlığımızdan utandım.

Arakanlılar diyor ki; “Biz de Müslüman’ız’’ Özel de Bangladeşliler genelde hepimiz, “Evet ama bizden değilsiniz” diyoruz. 1.200.000 kişinin yaşadığı bölge, adeta etrafı çevrilmiş hayvanat bahçesi gibi. Dışarı çıkmak yasak, Bengal dilini öğrenmek yasak, okul yasak, çalışmak yasak. Dışarıdan çok özür dilerim hayvanat bahçesindeki hayvanlara her bir parça yiyecek verir gibi gıdalar dağıtılıp bir nebze de olsa ayakta kalmaları sağlanıyor.

Acı, acı, göz yaşı, kan ve zulüm. Her daim devam ediyor. Elbette Türkiye olarak başta İHH olmak üzere STK’lar bir şeyler yapıyorlar. Çok müteşekkirim. Ancak olması gerekenimi yapıyorlar? Hayır, onu devletler yapmalı ve bir an evvel yapmalı. Aksi halde çok geç kalınmaktadır. Müslümanlar olarak yapmamız gereken çok önemli işler var. Öncelikle ve hemen İslam İş Birliği Teşkilatı yeryüzündeki tüm Müslümanları ama tüm Müslümanları hiçbir ayrıma tabi tutmaksızın kayıt altına alınmalı. Tüm Müslümanların sağlık güvencesi sağlanmalı ve ortak fondan giderler karşılanmalı. Eğitim, barınma ve iş konuları da aynı şekilde ‘’Dünya Müslüman Fonu’’ tarafından organize edilmeli. Ancak o zaman ‘‘Kardeşliğin, Müminliğin ve Müslümanlığın gereği’’ yerine getirilmiş olur. Aksi halde ağlayan gözlere uzaktan ağlamamız yıllar boyu devam eder. Ve yalnızca Şeytan’a ve düşmana lanet duyarak vakit geçirip sevap kazandığımızı zannederiz.

Son olarak hepimiz bu sonuçlardan sorumluyuz. Sorumlulukta çalışmak, fedakârlık ve özveri ister. Karar bizim. Ya biz yapacağız, ya da yapılanlara razı olacağız.

 

 

Mehmet ÇELİK

06.11.2018

Dakka-Bangladeş

 

 

İKRA DERNEĞİ

2018 yılının Aralık ayının 12,13 ve 14 tarihlerin de İngiltere’nin Manchester şehrine resmi bir iş için gittim. Gitmeden önce İngiltere’ye islamın girişi ile ilgili internette bir araştırma yaparken ilginç bir bilgiye rastladım. 1854 tarihin de Liverpool da doğmuş ve 31 yaşında Müslüman olmuş ve daha sonra 1890 yılında İstanbul’a gelip 2.Abdülhamit ile görüşerek 1 hafta misafir olmuş ve 2.Abdülhamit dönüşünde kendisini Britanya ya adaları Şeyhül-İslam ilan etmiş ve 4.dereceden Osmanlı nişanı ile ödüllendirmiş bir şahsiyet olan William Henry Quillizm, yani Şeyh Abdullah’ın hayat hikâyesi ile karşılaştım. Şeyh Abdullah Liverpool’a dönüşte Liverpool İslam Merkezini kurmuş ve 600’e yakın İngiliz’in Müslüman olmasına sebep olmuş. İngiltere de ilk cami ve İslam kültür merkezi olma özelliğini taşıyan bu eski bina ne yazık ki şimdilerde Liverpool Belediyesi tarafından kullanılmakta ve eski muhteşem günlerini beklemektedir.

Yaptığım araştırmalar neticesinde, son 10 yıl da 2 katına çıkan Müslüman nüfusun sayısı 3 milyona yaklaşmış Pakistanlılar ilk sırayı almakta, ardından Bangladeşliler gelmekte. Türkler ise 5.sıraya yerleşmiş durumda.

Manchester de Cuma namazı kılmak için gittiğimiz camiyi Pakistanlı kardeşlerimiz yapmış ve İslami faaliyetlerine devam ediyorlar. Son yıllarda yapılan Müslüman kültürünü tanıtma faaliyetleri de İngiltere için çok önemli bir gelişme. Zira buradaki insanların çok daha hızlı bir şekilde İslam ile buluşmaları, tanışmaları ve kaynaşmaları gerekiyor.

Türkiye 1970’li yıllardan sonra İngiltere’ye yoğun olarak girmiş. Lakin islamı yayma faaliyetleri maalesef çok yavaştan alınmış. Osmanlının Avrupa da açtığı büyükelçiliklerden ikinci durumda olan bu ülkede, Türkiye olarak istediğimiz yerde ve konumda değiliz.

Yaklaşık 130 yıl önce başlatılan İslamlaştırma hareketi bugünlerde yeniden ele alınmalı ve İslamı ya hiç tanımamış ya da yanlış tanımış olan İngilizlere yeni metotlarla anlatmalıyız. İslamı anlatırken ve yaşarken kesinlikle aşağılık kompleksine kapılmadan ve çekinmeden tebliğ faaliyetlerimize devam etmeliyiz.

Ulaşım sektörlerindeki (özellikle UBER’ de) çalışanların büyük çoğunluğunun Pakistanlılardan olduğu, otel hizmet sektöründe Afrikalıların çalıştığı İngiltere de Müslümanlar artık yönetici pozisyonunu almak mecburiyetindedirler.

Temizlik, giyim, medeniyet, insana saygı, kadına değer verme, gibi her türlü insanı değerleri Müslümanlardan alan bu İngilizlere yeniden aynı değerler öğretilmeli ve Lisan-ı Leyin ile anlatılmalıyız

Zenginliğin zirvesinde olan İngilterede sokakta yaşamak zorunda olanların sayısının hızla arttığı bir zaman diliminde insanlıktan ne kadar uzak olduklarını kendilerine bir kez daha

Müslümanlar anlatmak zorundadırlar. Dünyayı sömürmüş ve sömürmeye devam eden bu densiz ve aynı zamanda çoğunluğu dinsiz olan İngilizlere İslamın sahih ve sünnet’e uygun şekli ile kavratılması hem İslami hem de insani bir zorunluluktur. Aksi halde hem Allah katında hem de insanlık önünde verilecek hesabımız vardır.

Şeyh Abdullah’ın başlattığı ve İslamı yaymak için Müslüman kıyafeti ile at üstünde sokaklarda dolaşarak ilgi çekip daha sonra hidayetlerine vesile olduğu İngilizlerin akraba ve komşularına bugün benzer ya da çağımıza uygun yöntemlerle tebliğ ve davet çalışması yapmak tüm Müslümanların boynunun borcudur.

Burada özellikle ülkemizdeki tüm İslami grup ve kurumlara devletin resmi teşkilatına ve hassaten Diyanet İşleri Başkanlığına çok fazla iş düşmektedir.

400 yıldır İslam dünyasının ensesin de boza pişiren bu İngilizlere artık dur demenin zamanı çoktan gelmiş ve geçmektedir. İslam İşbirliği Teşkilatı içerisindeki ülkeler gelecek planlamalarını yaparken İngiltere’yi mutlaka özel olarak ele almak mecburiyetindedirler. Her ülke iyi eğitimli 100 kişi gönderse 10 yıla kalmaz İngiltere’de çok değişir. Biz Müslümanlar tebliğ ve daveti devletler olarak ihmal ettiğimiz için kendi içimizde kavga etmeye ve enerjimizi içte tüketmeye devam ediyoruz.

Güneş batmayan ülkeden, güneş doğmayan toprak parçası haline gelen İngiltere’nin artık masaya yatırılma zamanı gelmiştir. Müslümanlar olarak bu işi ancak biz yapabiliriz.

Yeryüzünün her tarafına İslamı götürmek ile sorumlu olan Müslümanlar olarak karar bizim. Ya tebliğ ve davet ya da hezimet…

 

 

 

14.12.2018         

Manchester/ İngiltere

İman temizlik işidir. İman içini, şirk, isyan, küfür ve kişiyi Allah katında küçük düşürücü her türl...

İman temizlik işidir. İman içini, şirk, isyan, küfür ve kişiyi Allah katında küçük düşürücü her türlü manevi kirlerden temizlemekle beraber dışını da ibadete mani olan her türlü maddi kirlerden temizlemektir. Kısaca içini HAKK için dışını da halk için temiz tutmaktır.

“Şüphesiz Allah temizlenenleri sever” buyurmaktadır, Yüce Rabbimiz. Peygamberimize nazil olan ilk surelerden Müddessir süresinde; Allah’ın varlığını, birliğini, yöneticiliğini tebliğ edecek olan kişinin elbisesinin de temiz olmasını istemiştir. “Elbiseni temiz tut”. Öyleyse Müslüman, iç dünyasının temizliğini mutlaka dış dünyasında da yerine getirmekle mükelleftir.

İslam medeniyetinde su ve temizlik konusu da diğer konular gibi Müslüman hayatında çok önemli bir yer tutmaktadır. Ancak dünya üzerinde Müslüman coğrafyaya baktığımızda teori ile pratik hayat arasında çok ciddi tezatlar görmekteyiz. Elbette bu tezatları meydana getiren dış etkenler ve etmenler dikkate alınmalıdır. Lakin şahıs ve toplum temelinde de bir takım ciddi hatalar ve düzeltilmesi gereken çok çeşitli davranış tarzları mevcuttur. Bunlardan birkaç tanesini şöyle sıralayabiliriz.

1- Bizim ve bizim olmayan anlayışı: Bireysel anlamda her gün en az beş defa beden temizliği yapan (abdest) Müslümanlar, ibadet edecek sınırlı mekanlarını da (ev, cami, mescid) temizlerken, sokak, bahçe, cadde, orman, piknik alanlarını çok rahat bir şekilde kirletmektedir. Bunu yaparken de vicdanen bir rahatsızlık duymamaktadır. Zira bu anlayışa göre o alanlar onun değil, başkasınındır. “Başkasına ait olanı kirletmekte bir beis yoktur”. Bu öğretilmiş yanlış davranışı güzel örnek ve devamını sağlayıcı eylemlerle düzeltmek gerekmektedir.

2-Çevre anlayışındaki yanlışlık: Müslüman bireyler “Çevre” anlayışını yalnızca kendi grup ya da cemaatlerinin yaşadıkları yer olarak algılamaktadırlar. Oysa okudukları Kur’ân ve önderleri Hz. Peygamber Efendimiz; bu anlayışı genişletmiş ve tüm yeryüzünün Müslümanlar için bir çevre olduğunu vurgulamıştır. “Biz seni bütün insanlığa peygamber olarak gönderdik” derken Allah (c.c.) insanın yaşadığı tüm alanları Müslümanlara hedef olarak belirlemiştir. Aynı şekilde Peygamberimiz; “Yeryüzü bana mescid ve temiz kılındı” buyurarak tüm çevrenin temizliğine dikkatimizi çekmiştir. Bu ve benzeri uyarıları dikkate alarak Müslümanın çevre anlayışını yeniden ele almalı ve yanlışları düzeltmeliyiz.

3-Tam şehirleşememenin etkileri: İslam şehirlere gelmiştir. İnsanların birbirleri ile münasebetlerini en üst düzeye çıkarmak için normlar koymuştur. Şehir dışında yaşamanın getirdiği rahatlık ve “kısmen sorumsuzluk” anlayışının şehirlerde asla olmayacağının hem altını çizmiş hem de bir kısmı Hucurat Suresinde örneklenmiş olan olumsuz misallerle insanlığa ders vermiştir. Mesela; şehir hayatında bağıra çağıra konuşmanın yanlışlığı üzerinde durulmuş ve lakap takmanın kötülüğü vurgulanmıştır. İnsanlık ailesinin aynı anne babadan geldiği hatırlatılarak tüm insanlığın kardeşliği üzerinde durulmuştur. Öyleyse dünya

üzerindeki kardeşlerimizin yaşadıkları mekânların da temizliği ve güvenliği imanları ve ibadetleri kadar önemlidir.

4-Helal-Haram iletişimi ile Temiz-Pis ilişkisinin doğru kurulamaması: Bir şeyin helal olması başka temiz ya da kirli oluşu başkadır. Helal olan bir şey temiz olmayabilir. Kirlenmiş olur ve temizlenmesi gerekir. Kur’ân-ı Kerim “halâlen tayyiben” buyurmaktadır. Hem helal hem temiz olmalıdır. Özellikle yerel dinlere mensup iken Müslüman olan kardeşlerimizin yaşadıkları coğrafyada bu doğru iletişimin kurulamadığını bizzat gözlerimizle görmüştük. Bir kurban bayramında hayvanın etleri ile temizlenmeden işkembesinin parçalanarak karıştırıldığını görünce, neden böyle yapıldı sorusuna pis olan işkembeyi kastederek “bunun yenmesi helal değil mi?” Onun için birbirine karıştırdık cevabını vermişti.

5-“Dünyada yalnızca biz yaşıyoruz” fikrinin yanlış tezahürü: Allah (c.c.) yeryüzünü insanla beraber diğer canlılara da mekân yapmıştır. Yani insanoğlu bu dünyada yalnız değildir. Onun için çevremizde yaşayan canlıların da bu tabiattan alacakları vardır. Onların da sağlıklı ve düzenli beslenme hakları mevcuttur. Karada ve denizde insan eliyle yapılıp haberlere de konu olan “Çevreyi ne kadar kirlettiğimize” dair örneklere bakıldığında insanlık ailesi olarak sınıfta kaldığımızın fotoğrafı bize gösterilmektedir. İnsanoğlu kendi eliyle kendini zehirlemektedir. Üstelik bunu bilerek yapmaktadır. Çünkü zarar henüz kendisine dokunmamıştır.

6-“Boş ver bir şey olmaz” hastalığı; bu hastalığa az ya da çok hepimizin ortak olması. Sigaranın sağlığa zararları çeşitli resimlerle paket üzerinde nasıl gösteriliyorsa tabiata verilen zararlarda aynı şekilde çeşitli resimlerle insanlık ailesine kamu spotu olarak gösterilmeli ve “bir şey olmaz” denilerek yapılan yanlışların nelere mal olduğu hatırlatılmalıdır.

7-“Daha önemli işler var” aldatmacasına kapılmak. “Her taş yerinde ağırdır.” diye bir atasözümüz vardır. Yani her eylem yerine göre en önemli iştir. O nedenle “küçük iş” yoktur. Her iş büyüktür.

8-Yanlış geleneğin ısrarla devam ettirilmesi. Dünyaya gelen her çocuk tertemiz olarak doğar. Hem madden hem manen yaklaşık bir yaşına kadar hem gözlerinden hem de kulaklarından beslenir. Hiç konuşmaz. Hep gözlem yapar. Bir yaşından sonra ne ile ve hangi sözlerle beslenmişse onları teker teker vermeye başlar. Aynen diğer davranışları da geleneksel olarak alır. Temizlik konusu da her anlamıyla yeni nesle büyükler tarafından öğretilir. Bizler yeni neslin öğretmenleri olarak yanlış, eksik ve hatalı gördüğümüz geleneksel davranışlarımızı yeni nesle ısrarla ve ısrarla öğretmeyeceğiz.

Özetle söylemek gerekirse biz bizden öncekilerin ektiklerini biçiyoruz. Bizden sonrakiler de bizim ektiklerimizi hasat edecekler. İş bizde. Biz temizlik ekersek temizlik, pislik ekersek pislik biçecekler. Karar bizim.

Şehit Mehmet Yılmaz, 15 Temmuz, İKRA Derneği

Tüm hesaplar yapılmıştı. Her şey saat gibi işleyecekti. Hava, deniz, kara kuvvetleri koordineli hareket edecek ve kısa sürede işlem tamamlanacaktı. Yıllardır hazırlanan mankurtlar her şeye hazırdı. Her talimatı yerine getirecek şekilde yetiştirilmişlerdi. Maddi ve manevi olarak “kusursuz” şekilde donatılmışlardı. Üstüne üstlük maddi anlamda ABD, İngiltere ve İsrail tüm kurum ve kuruluşları ile desteleyecekti. Manevi anlamda da zaten her şey tamamdı. Görülen rüyalar, yapılan istihareler ve edilen tüm niyazlar bu işin bittiğini gösteriyordu. Zaten “Halk da zoru görünce hep kaçardı, ya da hiç tepki vermezdi. Tarihte hep böyle olmuştu. Pasif kader anlayışı ile yoğrulan Anadolu insanı hep olaylardan sonra kaderine razı olurdu. Hesap ve plan ona göre yapılmıştı.

Düğmeye basıldı. Ve hareket başladı. Gizli ve ihanete hazır şekilde bekleyen mankurtlar özel hatlardan ve “sızılmaz” sistemlerden gelen talimatları bir bir yerine getirmeye başlamışlardı. Tarihte çok az görülen bir şey oldu. Anadolu insanı bu defa kaderine aktif olarak sahip çıktı. Haberi duyan mankurtlaşmamış ve satılmamış tüm vatan evladı Rabbimin verdiği hız, haz ve cesaretle tereddütsüz şekilde darbeye “DUR” demek için sokaklara döküldü. Tank, top, uçak, helikopter gibi tüm savaş araçlarına bedenleri ile karşı koydu. Kurşunun üzerine gülü tutarcasına, gökyüzünden yağmur gibi yağan mermileri Şehadet şerbeti gibi kana kana içercesine gitti.

Önünde şehit olup yere düşeni gördüğü halde o vatan dedi, millet dedi, devlet dedi, Allah dedi ve devam etti. O da şehit düştü. Onlardan biri de bizim Mehmet Yılmaz’ımızdı. 

Mankurtlar ve satılmışlar iletişim kanallarının başında “müjdeli” haberi beklerken gelen her bilgi onları şoke ediyordu. Bir türlü anlam veremiyorlardı. Bu durumu hiç hesap etmemişlerdi. Her şey neredeyse 4 saat içinde netleşmiş ve ABD, İngiltere, Almanya, İsrail gibi devletler tarafından iğdiş edilen yerli mankurtlar hiç hesap etmedikleri yerden vurulmuşlardı. İMAN bir kez daha teknolojiyi yenmişti. Tarih bir kez daha Anadolu insanının kahramanlığını altın harflerle yazmaya başlamıştı.

Evdeki hesap çarşıda tutmamıştı.

Bağımsızlığına düşkün Müslüman Anadolu insanının 15 Temmuzda verdiği bu destansı mücadelesinin önünde bir kez daha saygı ile eğilirken Şehit olan tüm kardeşlerime Rabbimden rahmet diliyor, gazilerimize şükranlarımızı arz ediyor ve tekrarının yaşanmaması için Rabbime niyaz ediyorum.

Vatan size minnettardır. Ruhunuz şad olsun.

 

 

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                     Mehmet ÇELİK

İKRA Derneği Genel Başkanı

 

 

İSLAM ÜLKELERİNDEKİ EĞİTİMDE İMAM HATİP MODELİ

İSLAM ÜLKELERİNDEKİ EĞİTİMDE İMAM HATİP MODELİ

Çoğunluğu 1940’dan sonra şeklen bağımsız olan, İslam İşbirliği Teşkilatına (İ.İ.T.) üye, halkı Müslüman olan ülkelerdeki eğitim-öğretim durumları hakkında mevcut halin fotoğrafını çektiğimde karşıma çıkan durumu şu şekilde özetleyebiliriz:

  1. Laik, seküler eğitimden yana olanlar,
  2. İslami eğitimden yana olanlar
  3. Karışık eğitimden yana olanlar

Bu maddeleri teker teker ele alalım

  1. Laik, yani seküler eğitimden yana olanlar:

16.yüzyılın sonu ile 17. yüzyılın başı itibariyle başlayan batı sanayi dönüşümü ve ardından Fransız ihtilali ile devam eden süreç içerisinde “din” in toplum hayatından dışlanma ve kapalı alanlara (kilise, havra, cami, tapınak) hapsetme hareketi, aynı şekilde İslam dünyasında da taraftar bulmuş, özellikle yenik durumdan kurtulmak ve her alanda başarıya ulaşmak amacından hareketle “İslam Dini”nin kurallardan uzaklaşmak şeklinde bir sonuca gitmiştir. Bunu destekleyenler askeri, tıbbi, siyasi bölümlerde “İslam Dini”nin ders olarak okutulmasını ya toptan yasaklamışlar ya da hafta da 1 - 2 saat gibi göstermelik ders olarak ilave etmişlerdir. Özellikle batılı devletlerin açtıkları özel okullarda okuyanlar; devlet yönetiminde söz sahibi olduklarından, aldıkları laik eğitimin gereğini hükümet ettikleri devletlerde katı bir şekilde uygulama yoluna gitmişlerdir. Cumhuriyetin ilk yılları buna en iyi örneklerdendir.

  1. İslami eğitimden yana olanlar:

Müslüman olmalarının gereği olarak İslam’ın gelecek nesillere aktarılması için “geleneksel” olarak aldıkları eğitimi yine geleneksel olarak gelecek nesillere aktarma çabasıyla yola çıkan bu gruptaki Müslümanlar, Laik eğitimin de kötü örneklerinden hareketle tamamen “Dini İlimler” diye isimlendirilen konuların ders müfredatı olarak hazırlanıp uygulandığı Medreselerde eğitimlerini sürdürürler ve halen de devam etmektedirler. Ülkemizdeki, medrese ekolu, Hindistan’daki Diyobendi ekolu, Moritanya’daki Nahdarlar bu tür eğitime örnek birkaç ülkedir.

Bu tür eğitimden geçen insanlar; devlet yönetiminde ya hiç görev almamakta veya görev alsalar bile mevcut anayasayı değiştiremediklerinden uygulama alanına geçememektedirler. Yine özellikle pozitif bilimlerdeki bilgi eksikliği ya da yokluğu İslami eğitim almış insanları zor durumlarla baş başa bırakmaktadırlar.

Devleti yönetenlerin batılı tarzda aldıkları eğitimin sonucu olarak; “Dindar” diye tanımladıkları geleneksel İslami eğitimden geçmiş olanlarla ya dalga geçmişler ya da hiçbir devlet imkânından faydalandırmamışlardır. Bu eğitimi alan insanlarımız daha çok bireysel anlamda “dini hizmet” görmek ve özellikle ölüm ve ölüm sonrası hizmetler de faaliyet göstermek şeklinde işler yapmaktadırlar.

  1. Karışık eğitimden yana olanlar:

Ülkemiz örnek olarak ele alındığında İmam Hatip Okulları; bu tür eğitimden yana olanların buldukları en iyi çözüm yolu olarak karşımıza çıkmaktadır.

Laik ya da seküler eğitimdeki okutulan dersleri ve konuları inceleyen Müslümanlar, bu konuları gerek öğrenilmesi gerekse öğretilmesinde İslam’a aykırı bir yön olmadığına karar verdikten sonra pozitif ilimlerin de birlikte okutulduğu bir programı oluşturup İmam-Hatip okulları adı altında icraata başlamışlardır. Başlangıçta cemaatler taraftar bulamama endişesi ile ciddi anlamda karşı çıksalar bile, okulların başarılarını görünce onlar da öğrencilerini İmam-Hatip okullarına göndermeye başlamışlardır. Lise sonrasında ilahiyat dışına giden ve o fakültelerden de başarı ile mezun olan İmam-Hatip nesli şimdiler de Türkiye’de devletin çeşitli kademelerinde başarılı birer yönetici durumundadırlar.

Halkı Müslüman olan ülkelerin de ülkemizde uygulanan bu İmam-Hatip modelini ülkelerine uyguladıkları takdirde başarılı olacaklarından eminim. Zira Türkiye bu konuda en iyi örnekleri sergilemektedir. Bu arada ülkemizde de İmam-Hatip okullarındaki bir takım eksikliklerin giderilmesi gerekmekte ve özelikle yabancı dil öğretiminde yeni teknikler bulunmalıdır. Ancak bu eksikliğine rağmen yine de İslam dünyasının şu an (2017) içinde bulunduğu eğitim konusundaki başarısızlıklarından bu modelle çıkabileceğini düşünüyorum. Zira Türkiye’nin durumu beni bu fikre yönlendiriyor.

Yapmamız gereken iş ise ülke olarak bu modeli dünyaya en iyi şekilde anlatmaktır.

                                                                                 

                                                                                    

 

 

TÜRKİYE MİLLİ EĞİTİMİNDE HEDEF PROBLEMİ ÜZERİNE BİR DENE

TÜRKİYE MİLLİ EĞİTİMİNDE HEDEF PROBLEMİ ÜZERİNE BİR DENEME

2017 -2018 Eğitim Öğretim yılında Türkiye’de yaklaşık 17 milyon öğrenci ders başı yaptı.

Bu rakam dünyadaki bir çok devletin nüfusundan fazla. Bu durum aynı zamanda ülkemiz adına gelecek konusunda çok umut verici bir gelişme. Genç ve okuyan bir nesile sahibiz.

 Ülkemizin yıllık kitap yayınlama rakamları da geçmiş yıllara göre hayli ileri seviyede, ancak okuldaki ders müfredatı programı içerisindeki kitaplardan farklı olarak okunan eserlere baktığımızda elde edilen rakamlar hiçte mutlu edici değil. Bu arada Milli Eğitim Bakanlığının yüz temel eserin okunması ile ilgili kampanyası da takdire şayan bir çalışmadır. Fakat aynı zamanda üzücü bir durumun da yansıması. Zira bu eserler okunmuş olsa bu tür kampanyalara  gerek kalmazdı.

Eğitim öğretim dönemi içerisin de yapılan bir çok teşvik edici program ve projelere karşın istenilen sonuca götürecek adımların atılamadığı görülmektedir.

Başta iletişim araçlarının yaygınlaşması ve çeşitlenmesi olmak üzere bir çok neden buradaki başarısızlığın altında yatan sebepler olarak gösterilmektedir.

Daha da kaygı verici olanı ise, toplumun bundan çokta şikayetçi olmadığıdır. Aksi olsa idi yani şikayetçi olsa idi çözüm bulmak için girişimlere başlardı.

İşte tamda bu noktada hem eğitim camiasını hem de toplumu harekete geçirecek bir “hedef merkezli yönlendirici”ye  ihtiyaç duyulmaktadır.

Türkiye 1923 den itibaren resmen ve bir program dahilinde her anlamıyla  ile yönünü batıya çevirmenin getirdiği bir ‘defokto’ durum ile bugünlere kadar artısı ve eksisi ile geldi. Ancak kanatim odur ki, artık  bu ‘defokto’ durumdan kurtulmak istiyoruz.

Fakat gerek içeride gerekse dışarıdaki fiili durumdan dolayı, kesin bir şekilde hedef belirleyip o hedefe doğru gitme konusunda maalesef kararsız kalıyoruz.

Bu” kararsızlık” durumu hem eğitilenleri hem de eğitenleri ne yapacağını bilmez bir konuma sokuyor. Bilinmezlik durumu ise ya ‘işi baştan savma’ şekline dönüştürüyor ya da toplumun değerlerine aykırı tiplerin yetişmesine zemin hazırlayacak birilerini daha da cesaretlendiriyor.

Türkiye, gelecek yüz yılı da kapsayacak tarzda bir “kızıl elma” yı ortaya koymalı ve derhal bunu uygulamaya hazır hale getirmelidir.

%99’nun Müslüman olduğu bilinen ülkemde “kızıl elma” nın İslam’dan aykırı bir ülkü olması düşünülemez.

Diyanet, ilahiyat fakülteleri, yök, meb gibi kurumlar başta olmak üzere ülkemizdeki tüm yönetici erklerimiz; geleceğimizi hazırlarken düşünce dünyamızı “Misak-ı Milli ‘ sınırlarının dışına çıkarmayı en başta kabul edip; “dünyada barış istiyorsan evinde Müslüman’ca yaşa” düsturu ile hareket etmelidir. Aksi halde geçmişin düşünce çöplüğüne atılmış fikir kırıntıları ile uğraşmaya ve geçmişte yaşmaya devam ederiz. Ve bu da düşmanlarımızın istediği ve hep isteyeceği bir durumdur.

Kararda uygulamada bizim elimizdedir.

 

                                                                                            

                                                                                          

 


Kayıt Ol



Üye Girişi