Dr.Ahmet Efe
Dr.Ahmet Efe

Dr.Ahmet Efe

-

Yazarın Haberleri
VAKIF HAKKINDA BİRKAÇ HATIRLATMA

VAKIF HAKKINDA BİRKAÇ HATIRLATMA

1. Vakıf Nedir? Her Müslüman ölümünden sonra da amel defterinin kapanmamasını, sevap yazılmaya devam etmesini ister. Bunun yollarından biri de geride, Efendimiz’in (sav) “sadaka-i câriye” dediği akıp duran bir sadaka bırakmaktır. Hz. Ömer’in Hayber’de çok verimli bir arazisi vardı. “Onu Allah (cc) yolunda vermek istediğini” Rasulullah’a (sav) açtı. Efendimiz de “aslı satılmamak, miras olmamak ve hibe edilmemek şartı ile gelirini tasadduk etmesini” tavsiye etti. Efendimiz (sav) o zaman “vakıf” lafzını telaffuz etmemişti, ama zaman içinde bu tasadduk işleminin adı “vakıf” olarak kullanıla geldi.

2. Kuruluşu: Vakıf kurmak isteyen kişi önce “akar” denilen bir gelir kaynağı gösterir. Bu bir tarla, bir dükkan, bir daire, yani zamanla bitip tükenmeyecek bir gelir kaynağı olmalıdır. Sonra bu gelirin harcanacağı bir cihet gösterir. Bu da bir eğitim kurumu, bir hastane, bir cami, bir mahallenin fakirleri olabilir. Sonra vakfı yapan kişi, vakfın gelir kaynağı ve harcanacağı cihetle ilgili tüm şartları, mütevelli heyetini, hak ve görevlerini ayrıntılı şekilde bir deftere kaydeder. Buna “vakfiye” denir. Sonra gidip bunları adlî makamlara veya ilgili yerlere tescil ettirir. Böylece vakıf kurulmuş olur. Bundan sonra vakfın tüm tasarrufları devletin kontrolündedir. Vakfeden ve tayin ettiği mütevelli ölse bile devlet-ebed-müddet olduğu için vakfın hizmeti kesintisiz devam eder. Sadaka-i câriye denilişi de bundandır. İnsanlar, devletin vakıfları himaye edeceğine güvenirse vakıflar eskiden olduğu gibi devam eder. Vakıf emlakinin ve gelirlerinin çar-çur edilmemesi, alınıp-satılmaması ve şartların değiştirilmemesi için âlimler “vâkıfın şartı Şâri’in (Allah ve Rasülünün) şartı gibidir” demişlerdir.   

3. Vakıfların Hizmet Alanları: Vakıfların hizmet verdiği alanlar pek çoktur. Bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

  • Camiler, mescitler, namazgahlar.
  • Medreseler, mektepler, kütüphaneler, dergahlar.
  • Çeşmeler, sebiller, sarnıçlar, kuyular, yolların tamir ve tesviyesi
  • Kervansaraylar, hastahaneler, kabirler.
  • Mekke-Medine fakirlerine, hac yolunda parasını kaybeden hacılara yardım edilmesi, hacılara su ve şerbet dağıtılması.
  • Camilerde va’z edilmesi, tefsir hadis fıkıh okunması, fakir çocuklara Nebe’ ve Mülk surelerinin alınması, Kur’an-ı Kerim’i hatm eden çocuklara bahşiş dağıtılması.
  • Cami mescit ve tekke duvarlarında biten ot ve ağaçların temizlenmesi.
  • Ramazanda ve diğer mübarek günlerde iftar vaktinde camilerde hurma, zeytin ve su dağıtılması,
  • Fakir kızlara çeyiz yardımı yapmak, fakir cenazelerini kaldırmak, yetim yoksul çocuklara, fakir dul kadınlara bayram elbisesi satın almak, testi, tabak ve bardak gibi şeyleri kıran hizmetçi kızları serzenişten kurtarmak için kırdıkları şeyleri ödeyivermek için, mushafların ve diğer dinî kitapların yazılması, alınması, tamir edilmesi için yapılan vakıflar.    

Tüm bu ve benzeri hayır hizmetlerinin kesilmeden dünya durdukça devam edebilmesi için nice akarlar, çiftlikler, ormanlar, dükkanlar, han ve hamamlar vakfedilmiştir. Eski vakfiyeler okunacak olursa daha böyle nice vakıflar yapıldığı görülecektir (Hukuk-ı İslamiyye ve Istılahât-ı Fıkhıyye Kamusu, Ömer Nasûhî Bilmen, c.4, s.302-304).

4. Sonuç: Günümüzde birçok vakıf tabela vakfıdır, bir akarı bir geliri yoktur, hayırseverlerin yardımıyla hizmet vermektedir. Halbuki asıl vakıf iki ana unsurdan oluşur: Gelir kaynağı bir akar ve bu gelirin harcanacağı bir hizmet alanı. Mesela İstanbul’daki Mısır Çarşısı’ndaki dükkanların gelirlerinin, yanındaki Yeni Cami’nin ihtiyaçlarına tahsis edilmesi gerçek vakfın nasıl olması gerektiği konusunda bize bir fikir verebilir.

Vakıflar için çok önemli olan bir husus da devletin bu kurumlara sahip çıkmasıdır. Vakıf yapacak kişinin, vakfının kendisi vefat ettikten sonra da hizmetin devam edeceği konusunda bir endişesi olmaması gerekir. Hayırsever insanımız devletten böyle bir güvence görürse, tarihte olduğu gibi bugün de vakıflar kuracaktır. Siz özellikle İstanbul’da Sur içinde dolaştığınızda adım başı bir çeşme, bir medrese, tarihî bir mescit görebilirsiniz. Ama çoğu yerde bunların ihtiyaçlarını karşılayacak bir akar göremezsiniz. Çünkü Şer’iye ve Evkaf Nazareti ilga edildiğinde bunlar himayesiz kalmış ve yağmalanmıştır. Vakıfların tekrar aslî hüviyetine kavuşması temennisiyle. 

 

#

Benden, yukarıdaki başlığın altını doldurmam istendi. Nasıl dolduracağımı düşünürken yine kitap ve okuma imdadıma yetişti. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın takvim çeşitleri arasında bir de “Kitaptakvim” bulunmaktadır. Bu sene üçüncüsü yayımlandı. Her yaprağın ön yüzünde tarihte o gün meydana gelmiş önemli olaylar, bir ayet veya hadis meali, arka yüzünde birkaç gün süren bir yazı serisi yer almakta. Hem takvim hem kitap. İşte 2019 kitaptakvimine göz atarken ilk üç yaprağında yer alan Necip Tosun’a ait bir yazının tam da benim aradığım bir yazı olduğunu gördüm. “Kitap ve Okuma”ya ait aradığımı yine kitap okurken bulmuştum. Bu konuda doyurucu ve emek verilmiş bir yazı idi. Hep beraber faydalanalım diye bazı satırlarını aynen buraya koymayı uygun buldum. Şöyle diyor Necip Tosun:

“Okuma ile niyet arasında doğrudan bir ilişki var. Okumadan maksadımız neyse sonuç da çoğunlukla bizi oraya götürür. Kitaplar sonsuz, hayat ve zaman da kısa olduğundan, okuma eyleminin en temel öznesi “seçme”dir. Bunun uzantısı ise beklentimiz.”

“Bu anlamda kitaplar dünyasında seçme eserler okumak hayati bir önem taşımaktadır. Öncelikle niçin okuduğumuzu tespit etmeliyiz. Okuma rastgele, bilinçsiz ve bilgisizce yapılırsa zaman kaybı ve hayal kırıklıkları kaçınılmazdır. Edebiyat gönüllüsü okuma serüvenini rastgele yapmamalıdır. Öncelikle edebî, genel kabul görmüş nitelikli eserleri, klasik eserleri ve yol alacağı türün önemli eserlerini belli bir düzen ve sıralama içinde okumalıdır…”

“Okumak düşüncelerimizi geliştirir, daha sonraki davranışlarımızda, tepkilerimizde doğru kararlar almamızı sağlar. “Kültür, okuyup unuttuktan sonra akılda kalan şeydir.” Bizler bir olayda, durumda, kararlar alırken o kültürün bizde bıraktığı tecrübe, akıl ve mantık ile hareket ederiz. Bu kararları alırken bilinçli ya da bilinçsiz okuyup unuttuğumuz pek çok kitaptan hareket ederiz…”

“Bütün büyük yazarların, düşünürlerin yoldaşı, sığınağı, ışığı kitaplar olmuştur. Bu insanlar kitaplardan oluşmuş bir dünyada yaşamışlardır. Ömürlerinin sonunda insanlar hakkında yaşadıkları derin hayal kırıklıklarını da kitaplarla aşmışlardır. Bu anlamda kitaplar bir sığınak, bir teselli, dost arayışının gelip dayandığı bir duraktır. Bunlardan biri olan Cemil Meriç: “Kitap bir limandı benim için. Kitaplarda yaşadım. Ve kitaptaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim. Kitap benim has bahçemdi. Hayat yolculuğumun sınır taşları kitaplardı.” der ve ekler: “Önünde birçok yollar var: Politika bunlardan biri. Belki en aldatıcısı olduğu için en cazibi. Mutlak’ın ve sonsuzun rüyası. Mukaddes bir abes. Bana sorarsan kütüphanene dön, yani kitap ol, aydınlan ve aydınlat.”

Şehitlik
Şehitlik nedir, şehit kimdir?
1- Tabiînin büyüklerinden Mücahid: “İslam’da ilk şehit ilk Müslümanlardan Ammar’ın annesi Sümeyye’dir” der(1). O gündür bu ölümcül kelime iman ehlinin en çok sevdiği kelimelerden olagelmiştir. Bu yüzden ârife tarif gerektirmeyecek kadar zihinlerde kabaca maruftur, bilinir. Ancak bu “bilene”: “Şehidi, efradını cami’ ağyarını mani’ bir tarif et” denilse o da benim gibi düşünür. Hakikaten nedir ve kimdir?  

2- Şehitlik Makamı:
Fatihayı her okuduğumuzda Rabbü’l-âleminden istediğimiz şeylerden biri de “bizi, kendilerine nimet verdiklerin yoluna sevket” niyazıdır. Nisa süresinde de bu nimet verilenlerin “nebîler, sıddîklar, şehitler ve salihler” olduğu bildirilir. Nebiler(peygamberler)in Mevlamız katında en yüce mertebeleri ihraz ettiklerinde hiç şüphe yok. Şehitlerin de onlarla beraber zikredilmesi, nail olacakları yüce makamı gösterir. Yine Yüce Rabbimiz şehitlere “ölü” dememize razı olmuyor, onların, kendi katında “hayyün yurzak” olduklarını, kendilerine gösterilen izaz ve ikramdan dolayı çok sevinçli olduklarını ve bunu dünyadaki yakınlarına da müjdelemek istediklerini(2) bildiriyor.

Sevgili Peygamberimiz (sav) de, ölümün dayanılmaz acısını tadan hiç kimsenin bir daha onu tatmak istemeyeceğini, ancak şehidin, gördüğü ikramdan dolayı on kere dirilip tekrar tekrar ölmek isteyeceğini bildiriyor. O bildirdi ise haktır, doğrudur, çünkü o Es-Sadıku’l-masduktur.

İşte şehidin bu âlî makama erişmek her halis müminin temennilerinden biridir.  Zira ölüm hak, her canlı onu tadacak, bari en âlâsı olsun. Ama bunun yolu nedir?

Şehitlik Yolları:
Kur’an-ı Kerim’de bizim anladığımız manada “şehit” kelimesine az rastlanır. Bu manada daha çok “Allah yolunda öldürülenler” ifadesi geçer. Kimdir bunlar? Bunları anlamak için “onlara ölü demeyin” ayetlerinin kimler hakkında indiğine bakmalıyız.

Yukarıda bahsi geçen ayetler cumhura göre Uhut şehitleri hakkında inmiştir: İbni Abbas’ın rivayetine göre Rasülüllah (sav) şöyle buyurdu: Kardeşleriniz Uhut’ta öldürüldüklerinde Allah (cc) onların ruhlarını yeşil bir kuşun içine koydu, o her gün cennete gelir, meyvelerinden yer, sonra Arş’ın gölgesinde asılı altın kandillere tüner. Bu kardeşleriniz yemelerinde, içmelerinde ve istirahatlarındaki   güzelliği görünce, “bizim ölmediğimizi, cennette diri olup rızıklandığımızı dünyadaki kardeşlerimize kim haber verebilir, ta ki onlar da cihattan geri kalmasınlar ve harpten kaçmasınlar” dediler. Bunun üzerine Allah (cc): “Ben bildiririm” buyurdu ve: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma, onlar Rableri katında diridirler.(Öyle ki Allah’ın) lutf-ü ınayetinden, kendilerine verdiği  (şehitlik mertebesi) ile hepsi da şâd olarak (cennet nimetleri ile) rızıklanırlar. Arkalarından henüz onlara katılamayanlar hakkında da “onlara hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir” diye müjde vermek isterler” ayetini indirdi.

Bu ayetler Bi’r-i Maûne şehitleri hakkında inmiştir diyen alimler de vardır. Ri’l ve Zekvan kabileleri Rasülüllah’tan yardım istedi. O da yetmiş kişi gönderdi. Pusuya düşürüp onları öldürdüler. Rasülüllah (sav) da bir ay boyunca sabah namazında onlara beddua etti. Bu yüzden bu ayetler onlar hakkında indi diyenler de olmuştur.

Uhut’ta şehit düşen Cabir’in babası Abdullah veya Hz. Hamza ve Mus’ab bin Umeyr veya Bedir şehitleri hakkında indiğini söyleyenler de vardır.

Kurtubî bu görüşleri verdikten sonra şu hulasayı yapar: “Bu nüzul sebeplerinin hepsi de muhtemeldir. Burada aslolan şudur: Allah (cc) haber verdi ki şehitler cennette diridir ve nimetleri ile rızıklanmaktadırlar”(3).

3- Değerlendirme:
Görüldüğü gibi bu olaylarda şehit olanların ortak bir tarafı var: Allah yolunda, İslam uğrunda, İslam düşmanları tarafından öldürülmek. Acaba bu makam ve bu nimetler sadece haklarında bu ayetlerin indiği o şehitlere mi mahsustur? Elbette hayır. Onlar gibi “Allah yolunda öldürülen” herkes şehittir.  Çünkü “İtibar ayetlerin nüzul sebebinin veya hadislerin vürud sebebinin hususi oluşuna değil hükmün umumi oluşunadır”. Aksi halde İslam Asr-ı saadet dönemine hapsedilmiş, kıyamete kadar tüm beşeriyet için HAK din olmasının önü kesilmiş olurdu. Dolayısıyla, o ayetlerin nüzul sebebinde işaret edilenlerin vasıflarına sahip olan, yani doğrudan veya dolaylı olarak “Allah yolunda öldürülen” herkes şehittir ve va’d edilen cennet nimetlerine nail olur. Mevlây-ı Zülcelalin o engin rahmetini daraltmak kullara düşmez. 

4- Çeşitleri:
Alimlerimiz şehitleri hakiki ve hükmi şehit veya dünyevî ve uhravî şehit gibi kısımlara ayırırlar. Bazılarına göre sadece harp meydanında düşman tarafından öldürülenler hakiki şehittir, yıkanmadan ve namazı kılınmadan elbiseleri ile defnedilirler. Harp meydanında yaralanır da tedavi edilir, yer-içer sonra ölürse, alimlerin ittifakla görüşü, o yıkanır öyle defnedilir(4).
 
Sadece uhravî veya hükmî şehitlere gelince: Bunlar, yol kesici eşkıya ile savaşırken yaralanıp tedaviden sonra ölen, suda boğulan, ateşte yanan, enkaz altında kalan, veba, taun, ishal, sıtma, akrep sokması ve nifas halinde ölenler gibi bazı rivayetlerde şehit oldukları bildirilenlerdir. Rabbimizin rahmeti geniştir, ahirette bunlara da hakiki şehitlere yapacağı ikramı yapması umulur. Ancak dünyadaki işlemler bakımından bunların diğer ölülerden farkı yoktur(5). 
 
5- Son söz:
Hakiki şehitlik mertebesi hem dünyevî hem de uhravî bakımdan yüce bir mertebe. Ona gerçekten ermeye çalışalım. En azından Rabbimizden isteyelim. Zira Buhari hariç Kütüb-i Sitte’de rivayet edilen hadislerde Efendimiz şöyle buyurur: “Kim sıdk ile, kalbinden, şehit olmayı Allah’tan isterse, yatağında ölse bile Allah onu şehitler mertebesine eriştirir”.  
 

1. Es-Siratünnebeviyye, İbnü Kesir:1/495
2. Âl-i Imran:169-170
3. Kurtubî Tefsiri:4/269 
4. A.g.e. 4/270-271
5. Büyük İslam İlmihali:279 
    
                                                                                                                                           
Dr. Ahmet Efe
Şehitlik
Şehitlik nedir, şehit kimdir?
1- Tabiînin büyüklerinden Mücahid: “İslam’da ilk şehit ilk Müslümanlardan Ammar’ın annesi Sümeyye’dir” der(1). O gündür bu ölümcül kelime iman ehlinin en çok sevdiği kelimelerden olagelmiştir. Bu yüzden ârife tarif gerektirmeyecek kadar zihinlerde kabaca maruftur, bilinir. Ancak bu “bilene”: “Şehidi, efradını cami’ ağyarını mani’ bir tarif et” denilse o da benim gibi düşünür. Hakikaten nedir ve kimdir?  

2- Şehitlik Makamı:
Fatihayı her okuduğumuzda Rabbü’l-âleminden istediğimiz şeylerden biri de “bizi, kendilerine nimet verdiklerin yoluna sevket” niyazıdır. Nisa süresinde de bu nimet verilenlerin “nebîler, sıddîklar, şehitler ve salihler” olduğu bildirilir. Nebiler(peygamberler)in Mevlamız katında en yüce mertebeleri ihraz ettiklerinde hiç şüphe yok. Şehitlerin de onlarla beraber zikredilmesi, nail olacakları yüce makamı gösterir. Yine Yüce Rabbimiz şehitlere “ölü” dememize razı olmuyor, onların, kendi katında “hayyün yurzak” olduklarını, kendilerine gösterilen izaz ve ikramdan dolayı çok sevinçli olduklarını ve bunu dünyadaki yakınlarına da müjdelemek istediklerini(2) bildiriyor.

Sevgili Peygamberimiz (sav) de, ölümün dayanılmaz acısını tadan hiç kimsenin bir daha onu tatmak istemeyeceğini, ancak şehidin, gördüğü ikramdan dolayı on kere dirilip tekrar tekrar ölmek isteyeceğini bildiriyor. O bildirdi ise haktır, doğrudur, çünkü o Es-Sadıku’l-masduktur.

İşte şehidin bu âlî makama erişmek her halis müminin temennilerinden biridir.  Zira ölüm hak, her canlı onu tadacak, bari en âlâsı olsun. Ama bunun yolu nedir?

Şehitlik Yolları:
Kur’an-ı Kerim’de bizim anladığımız manada “şehit” kelimesine az rastlanır. Bu manada daha çok “Allah yolunda öldürülenler” ifadesi geçer. Kimdir bunlar? Bunları anlamak için “onlara ölü demeyin” ayetlerinin kimler hakkında indiğine bakmalıyız.

Yukarıda bahsi geçen ayetler cumhura göre Uhut şehitleri hakkında inmiştir: İbni Abbas’ın rivayetine göre Rasülüllah (sav) şöyle buyurdu: Kardeşleriniz Uhut’ta öldürüldüklerinde Allah (cc) onların ruhlarını yeşil bir kuşun içine koydu, o her gün cennete gelir, meyvelerinden yer, sonra Arş’ın gölgesinde asılı altın kandillere tüner. Bu kardeşleriniz yemelerinde, içmelerinde ve istirahatlarındaki   güzelliği görünce, “bizim ölmediğimizi, cennette diri olup rızıklandığımızı dünyadaki kardeşlerimize kim haber verebilir, ta ki onlar da cihattan geri kalmasınlar ve harpten kaçmasınlar” dediler. Bunun üzerine Allah (cc): “Ben bildiririm” buyurdu ve: “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler sanma, onlar Rableri katında diridirler.(Öyle ki Allah’ın) lutf-ü ınayetinden, kendilerine verdiği  (şehitlik mertebesi) ile hepsi da şâd olarak (cennet nimetleri ile) rızıklanırlar. Arkalarından henüz onlara katılamayanlar hakkında da “onlara hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olacak değillerdir” diye müjde vermek isterler” ayetini indirdi.

Bu ayetler Bi’r-i Maûne şehitleri hakkında inmiştir diyen alimler de vardır. Ri’l ve Zekvan kabileleri Rasülüllah’tan yardım istedi. O da yetmiş kişi gönderdi. Pusuya düşürüp onları öldürdüler. Rasülüllah (sav) da bir ay boyunca sabah namazında onlara beddua etti. Bu yüzden bu ayetler onlar hakkında indi diyenler de olmuştur.

Uhut’ta şehit düşen Cabir’in babası Abdullah veya Hz. Hamza ve Mus’ab bin Umeyr veya Bedir şehitleri hakkında indiğini söyleyenler de vardır.

Kurtubî bu görüşleri verdikten sonra şu hulasayı yapar: “Bu nüzul sebeplerinin hepsi de muhtemeldir. Burada aslolan şudur: Allah (cc) haber verdi ki şehitler cennette diridir ve nimetleri ile rızıklanmaktadırlar”(3).

3- Değerlendirme:
Görüldüğü gibi bu olaylarda şehit olanların ortak bir tarafı var: Allah yolunda, İslam uğrunda, İslam düşmanları tarafından öldürülmek. Acaba bu makam ve bu nimetler sadece haklarında bu ayetlerin indiği o şehitlere mi mahsustur? Elbette hayır. Onlar gibi “Allah yolunda öldürülen” herkes şehittir.  Çünkü “İtibar ayetlerin nüzul sebebinin veya hadislerin vürud sebebinin hususi oluşuna değil hükmün umumi oluşunadır”. Aksi halde İslam Asr-ı saadet dönemine hapsedilmiş, kıyamete kadar tüm beşeriyet için HAK din olmasının önü kesilmiş olurdu. Dolayısıyla, o ayetlerin nüzul sebebinde işaret edilenlerin vasıflarına sahip olan, yani doğrudan veya dolaylı olarak “Allah yolunda öldürülen” herkes şehittir ve va’d edilen cennet nimetlerine nail olur. Mevlây-ı Zülcelalin o engin rahmetini daraltmak kullara düşmez. 

4- Çeşitleri:
Alimlerimiz şehitleri hakiki ve hükmi şehit veya dünyevî ve uhravî şehit gibi kısımlara ayırırlar. Bazılarına göre sadece harp meydanında düşman tarafından öldürülenler hakiki şehittir, yıkanmadan ve namazı kılınmadan elbiseleri ile defnedilirler. Harp meydanında yaralanır da tedavi edilir, yer-içer sonra ölürse, alimlerin ittifakla görüşü, o yıkanır öyle defnedilir(4).
 
Sadece uhravî veya hükmî şehitlere gelince: Bunlar, yol kesici eşkıya ile savaşırken yaralanıp tedaviden sonra ölen, suda boğulan, ateşte yanan, enkaz altında kalan, veba, taun, ishal, sıtma, akrep sokması ve nifas halinde ölenler gibi bazı rivayetlerde şehit oldukları bildirilenlerdir. Rabbimizin rahmeti geniştir, ahirette bunlara da hakiki şehitlere yapacağı ikramı yapması umulur. Ancak dünyadaki işlemler bakımından bunların diğer ölülerden farkı yoktur(5). 
 
5- Son söz:
Hakiki şehitlik mertebesi hem dünyevî hem de uhravî bakımdan yüce bir mertebe. Ona gerçekten ermeye çalışalım. En azından Rabbimizden isteyelim. Zira Buhari hariç Kütüb-i Sitte’de rivayet edilen hadislerde Efendimiz şöyle buyurur: “Kim sıdk ile, kalbinden, şehit olmayı Allah’tan isterse, yatağında ölse bile Allah onu şehitler mertebesine eriştirir”.  
 

1. Es-Siratünnebeviyye, İbnü Kesir:1/495
2. Âl-i Imran:169-170
3. Kurtubî Tefsiri:4/269 
4. A.g.e. 4/270-271
5. Büyük İslam İlmihali:279 
    
                                                                                                                                           
Dr. Ahmet Efe
İman-Ahlak İlişkisi
1. Giriş:
“Ahlak”. Sevimli, sıcak, tanıdık, bildik ve dilimizden düşmeyen bir kelime. Tam olarak ne ifade ettiğini bilmesek de, bazı huyları altında toplayan bir şemsiye kelime olduğunu hissederiz.  Bir de sevgili Peygamberimizle özdeşleşince hemen gönlümüzdeki müstesna yerini alıverir. Nasıl almasın ki Rasülüllah’ın ahlakı, onayını alemlerin Rabbi’nden aldı. Mevlâ Teâlâ ona hitaben: “Şüphesiz sen üstün bir ahlak üzeresin” buyurdu. Peygamberimiz de yaşantısı ile bunu her haliyle gösterdiği gibi “ben ahlakın güzelliklerini tamamlamak için gönderildim” buyurarak mübarek sözleri ile de bu halini perçinledi. Bir hadis-i şeriflerinde de: “İman bakımından en tam olanınız ahlak bakımından en tam olanınızdır” buyurunca ahlakın imanla çok sıkı alakası olduğunu anlamış oluyoruz.

2. Nasıl bir alaka?
Bu, “iman varsa ahlak da var, yoksa o da yok” bağlamında değil de “imanlı olan kişinin ahlaklı olması gerekir, öyle olması beklenir” şeklinde anlaşılması daha doğru olur. Çünkü ahlakı imandan bir cüz” gibi anlamak konuyu tartışmalı bir alana çeker ki maksadımız o değil. Toplumumuz da bunu böyle anlar. Nitekim yalan söyleme veya sözünde durmama gibi kötü huyları olan kişiye bazan “bir de hacısın, namaz kılıyorsun, sakalından da mı utanmıyorsun?” gibi tepkilerini o kişinin dindarlığı üzerinden gösterirler. Bu da imanla ahlakın ilişkisinin yukarıda ifade ettiğimiz şekilde anlaşılmasının daha doğru olacağının ifadesidir diyebiliriz.   

3. Ahlak nedir?
En iyi bildiğimizi zannettiğimiz bu kelimeyi “nedir?” diye kendimize sorduğumuzda duraklarız. Nedir ahlak? Şemseddin Sami ahlakı: “İnsanın yaratılışta hâiz olduğu veya terbiye ile istihsal ettiği ahvâl-i rûhiyye veya kalbiyye” olarak tarif eder (Kamûs –u Türkî). İmam Birgivî de: “Ahlak, insanın yapısında zaten var olan bir meleke (kuvve-i maneviyye) dir ki bir takım söz ve davranışlar ondan düşünmeden kolayca zuhur eder” şeklinde tarif eder. Biz dilimizde bu anlamdaki ahlak yerine daha çok “huy” kelimesini kullanırız.  Birgivi, ahlakı iyi ve kötü olmak üzere ikiye ayırır. Sabır, cesaret, kanaat, cömertlik, dürüstlük, vefa, tevazu, tevekkül gibi vasıfları “güzel ahlak” grubunda sayarken, öfke, korkaklık, hırs, kibir, gurur, övünme, cimrilik, haset, yalancılık gibi vasıfları da “kötü ahlak” grubundan sayar.

4. Ahlak değişir mi?
İmam Birgivi naklî ve aklî delillerle ahlakın değişebileceğini ispatlar. Birkaçını zikredelim:
- Pek çok ayet-i kerime ve hadis-i şerifte bazı şeyler emredilmiş ve teşvik edilmiş, bazı şeyler de yasaklanmış ve uzak durulması istenmiştir. Ahlakta değişme mümkün olmasaydı tüm bu emirler ve yasaklar boş ve faydasız olur, Allah ve Rasülü boş ve anlamsız işlerle meşgul olmuş sayılırdı. Hâşâ, bin kere hâşâ.
- Efendimiz şöyle dua ederdi: Ya Rab! Cismimi güzelleştirdiğin gibi ahlakımı da güzelleştir”. Bir başka duasında: “Ya Rab! Beni ahlakın en güzeline eriştir, ona ancak sen eriştirirsin” demiştir. Ahlakta değişme mümkün olmasaydı Rasülüllah (sav) istemezdi.
5. Ahlak nasıl güzelleşir?
İmam Birgivi, kötü huylardan kurtulup iyi huylar kazanmak için bazı sırasiyle tavsiyelerde bulunur:
1) Hastalığı ve sebeplerini tanımalı. Çünkü hastalık tanınmadan tedavisi yapılamaz.
2) Zıddını ve faydalarını tanımalı. Cimrilik ve cömertlik gibi.
3) Bu kötü huyun kendinde olup olmadığını araştırmalı. Bu konuda ya bir alimin uyarılarından veya bir mürşidin irşatlarından veya bir dostunun hatırlatmasından yararlanabilir. Bu konuda dostlar da dostun hatasını hatırlatmaktan çekinmemeli. Bir arap ata sözünde: “Senin dostun senin her dediğini tasdik eden değil sana karşı dürüst olandır” der. 
4) Kendisini sevmeyenlerin, hakkında söylediklerine bakmalı. Çünkü düşman, kişinin hep aybını ve açığını araştırır.
5) Çevresindeki insanlara bakmalı. Kişi din kardeşinin aynasıdır. Onda beğendiklerini almalı, beğenmediklerini kendisi de yapmamalı. “Ahlakı ahlaksızlardan öğrendim” sözü bunu ifade eder. 
6) Son olarak da Sevgili Peygamberimizin ve İslam büyüklerinin kötü ahlakı yeren ve güzel ahlakı öven sözlerini dinlemeli. 
6. Kötü Ahlakı Zemmeden ve Güzel Ahlakı Öven Bazı rivayetler:
- Taberânî’nin Meymune b. Mehran’dan rivayet ettiğine göre Rasülüllah (sav) şöyle buyurdu: “Allah(cc) katında kötü ahlaktan daha büyük günah yoktur”.
- Taberânî ve İsfahânî’nin Hz. Ayşe’den rivayet ettiğine göre Rasülüllah(sav) şöyle buyurdu: “Uğursuzluk kötü ahlaktır”.
- İbnü Abbas’ın rivayetine göre Rasülüllah (sav) şöyle buyurdu: “ Sirkenin balı bozduğu gibi kötü ahlak da salih amelleri bozar. Suyun buzu erittiği gibi güzel ahlak da günahları eritir”
- Ahmet b. Hanbel, Beyhakî ve Hâkim’in Enes b. Malik’ten rivayetine göre Rasülüllah (sav) şöyle buyurdu: “İbadeti az olan mümin güzel ahlakı sebebi ile âhiret derecelerinin en büyüğüne ve cennet makamlarının en şereflisine yükselebilir, ibadeti çok olan da kötü ahlakı yüzünden cehennemin derekelerinin en aşağısına inebilir”. 
- Taberanî’nin Enes b. Malik’ten rivayetine göre Rasülüllah (sav) şöyle buyurdu: “ Güzel ahlak sahibi kişi Dünya ve Âhiretin en hayırlısını elde etmiştir”.
- Ebu Hüreyre’den rivayet olunduğuna Rasülüllah (sav) ona: “Ebu Hüreyre! Güzel ahlakı sakın bırakma” buyurdu. O da, Ya Rasülüllah güzel ahlak nedir dedi. Rasülüllah (sav): “ Seninle irtibatı kesenle sen irtibatı kesme, sana haksızlık yapanı affet, sana vermeyene sen ver”. 
İmam Birgivi bu bahsi şu tavsiye ile bitirir: “Ey Allah yoluna giren adam! Önce kalbini rezilliklerden temizle (التخلية), sonra onu faziletlerle süsle (التحلية). İşte tasavvuf bu ikisinden ibarettir. Çünkü ehli bu iki kavramı şöyle tefsir eder: “Her türlü kötü huylardan çıkıp üstün huylara girmektir” (Şerh-I Tarikat-ı Muhammediyye, Dersaadet, 1/421-435).
 
7. İman-Ahlak ilişkisi:
Ahlakta bizim örneğimiz, üsve-i hasenemiz şüphesiz Rasülüllah (sav)tır. Efendimizin kavlî, fi’lî ve takrîrî her türlü sünneti ümmeti için Kur’an-ı Kerimden sonra ikinci kaynaktır. Bunu böyle bilir ve böyle iman ederiz. İman amel etmeyi gerektirir. Rasülüllah’ın “yüce bir ahlak üzere” olduğuna iman eden bir Müslümanın davranışlarında, Peygamberinin davranışlarını görmekten ve ondan bunu beklemekten daha tabii ne olabilir? 
Onun güzel ahlak örneklerini biz en geniş şekli ile hadis kitaplarında bulabiliriz. Ancak onlar bu konuları eserlerinin “ÂDÂB” bölümlerinde zikrederler. O kaynaklarda ayrıca “AHLAK” bölümü bulunmaz. Bu alanda ahlak ve adab hadislerini çok güzel tertip ve tanzim eden “Riyazu’s-Salihîn” herkese tavsiye olunur.

Kayıt Ol



Üye Girişi