Şehit Mehmet Yılmaz’ın eşi Ayşegül Yılmaz:
“Ezan okunmaya beş dakika kala apartmandaki bütün gençleri, tek tek kapılarını çalıp namaza gidelim diye teşvik ediyordu.”
Bize kendinizi tanıtır mısınız?
Ayşegül Yılmaz. İstanbul doğumluyum. Gazi Eğitim Fakültesi’ni bitirdim. Babam memur olduğu için bizim de tahsil sahibi olmamızı istedi. Çok önemli makamlara gelelim, okuyalım istedi. Ben liseyi Edibe Kız Meslek lisesi’nde yatılı olarak okudum. O zamanlarda pek fazla İslâmi bilincim, duyarlılığım, bilgim yoktu açıkçası. İslâmi yani dini tanımam liseden sonra oldu. Çeşitli kitaplar okumam, İslâmi romanlar okumam bu konuda beni epeyce bilgilendirdi. Liseden sonra Ankara’da kaldığım yurt ortamında inançlı arkadaşlarım vardı, onlarla daha da güçlendi. Bu şekilde bilinçlendik. Allah’a çok şükürler olsun, tesettürümüz oldu, yani İslam’ın emirlerini yaşamayı Yüce Rabbim nasip etti. Bu şekilde ünirversite tahsilime devam ederken, okuduğum bölümün bir sonucu olarak ileride sınıf öğretmenliği görülüyordu. Yalnız o dönemde, yani doksanlı yıllarda, Türkiye hâlâ 1980 darbesinin sonuçlarını yaşıyordu. Üniversite bitince başörtüyle memuriyete nasıl gireceğimin sıkıntısını yaşıyordum. Bu şekilde çalışamayacağım gün gibi açık. Ailemin benimle ilgili beklentisi ise daha farklıydı: “Bir an önce üniversiteyi bitir ve öğretmenliğe başla.” Ben inancım ile ailemin beklentileri arasında kalmıştım. Yani gönül istiyor ki Allah rızası için yaşamaktan yana taviz vermeyeyim. Zaten örtümü çıkartıp çalışmayı kesinlikle düşünmedim. Derken Mehmet bey ile tanışmamız da bu süreçte oldu.
Evet biz de tam o soruyu soracaktık. Mehmet bey ile nasıl tanıştınız?
Mehmet bey ile Fatih’te aynı apartmanda oturuyorduk, komşuyduk yani. Babalarımız özel idarede çalıştığı için lojmanda oturuyorduk. Lojmana taşındığımız sene ben Ankara’ya gittim okumak için. Tatillerde geliyorum eve sadece. Bakıyorum Mehmet bey de o zamanlar 18 yaşlarında ve ezan okunmaya beş dakika kala apartmandaki bütün gençleri, tek tek kapıları çalıp namaza gidelim diye teşvik ediyordu. Benim kardeşlerim de vardı aralarında, onları da gelip çağırıyordu. Cemaate, ikindi olsun, akşam olsun, yatsı olsun tek başına gitmiyor, mutlaka apartmandaki gençleri de beraberinde götürüyordu. O ruhu beni çok etkilemişti. Çok duyarlıydı. Fatih zaten İslami sohbetlerin, İslami cemaatlerin yoğun olduğu bir yerdi. Kendisi İskenderpaşa’da bir sohbet olsa gidiyordu. Sankiyedim camiisi var, ilk orada başlamıştı İslami çalışmalarına. Arkadaş çevresi de vardı. Şahsen beni ilk onun o duyarlılığı etkilemişti yani. Tabi o zaman daha evlilik söz konusu değil kesinlikle, ama onun o İslami duyarlılığı, Allah’ın emirlerini yaşamaya çalışması hoşuma gidiyordu. Ben de bir yandan okulu bitiriceğim, ama çalışmak istemiyorum… Velhasıl-ı kelam okul bitti. Ben bir vasıtayla Süleymaniye Tuba Kuran Kursu’nda çalışmaya başladım. İki sene yatılı kaldım. Orada idareci olarak çalıştım. Bu arada ailemin sürekli çalış çalış diye kurduğu baskıdan da kurtulmuş oldum.
Mehmet beyle bu arada komşuluk da devam ediyor, aynı memleketli olduğumuz için geliş gidişi de vardı ailelerimizin. Sonra o askere gidip geldi. Biz hâlâ tabi lojmanda oturmaya devam ediyoruz. Askere gidip geldikten sonra işte onun böyle İslâmi duyarlılığı, benim de hassasiyetlerim bir şekilde bizi bir araya getirdi. Benimle ilk konuşması, yaptığı İslâmî çalışmalar dolayısıyla oldu. Türkiye’de o yıllarda da cemaatleşmeler vardı. Müslümanların ayrı gayrı değil, birlik içinde olması gerektiğini söylüyordu. Bu yönde yapacağı çalışmalar için “sen de bana yardımcı olur musun?” dedi. Birbirimize kitap alış verişi falan da yapıyorduk. Ben de biraz araştırma-inceleme yaptım, gerçi kitaplaşmadı, keni aramızda kaldı o çalışmalar… Evliliğe vesile oldu. Allah evlilik nasip etti. Biraz zor bir süreçle evlendik. Ailem benim üniversite, onun ortaokul mezunu olmasını sorun yaptı. Tabi ben bu duruma takılmadım, gerçekten beni onun hassasiyetli yaşaması çok etkilemişti. Benim için önemli olan da oydu zaten. Bana İslâm’ı yaşatsın, İslâm’ı yaşamama yardımcı olsun istedim, öyle de oldu. Güzel bir yaşantımız oldu çok şükür, Allah’a hamd olsun. Zaten iki taraf da Allah rızasını gözeterek yaşadıktan sonra bir şekilde çok güzel yürür evlilik, bizimki de öyle oldu. Güzel yıllarımız oldu Mehmet beyle.
Mehmet beyin yaşantısı nasıldı, ailesi nasıldı, biraz onlardan söz eder misiniz?
Dediğim gibi Mehmet beyi tanıdığımda onyedi onsekiz yaşlarındaydı. Aynı apartmanda oturuyorduk. Komşu çocuğu olarak tanıdım ilk önce. Ailesi Kastamonu Taşköprü’lüydü. Benim ailem de Sinop Boyabat’lıydı. Aynı topraklıydık, gelenek göreneklerimiz aynıydı. Bu yüzden aileler arasında geliş gidiş vardı. Mehmet bey hiç evde durmuyordu. Milli Gençlik Vakfı’na takılıyordu Fatih’te, Sankiyedim camisine gidiyordu. Nerede İslâmi gurup, nerede bir İslâmi çalışma varsa oraya koşuyordu.
Mehmet beyin MGV ile tanışması nasıl olmuş?
O yıllarda yaygın olarak Milli Gençlik Vakfı vardı. Gençleri milli ve manevi olarak yetiştirirlerdi. Daha sonra biz evlenip Esenler’e taşındığımızda orada da Esenler Fatih Mahallesi MGV`yi kurmuşlardı. Orada işte Av. Emin Atalay Bey vardı ilk kurucularından, eşim vardı. Derken MGV kapatılınca FAKYAD (Fatih Mahallesi Eğitim ve Yardımlaşma Derneği) oldu. Sizin de bildiğiniz üzere FAKYAD’ın çalışmaları hep devam etti. Sohbetler, gençlere yönelik çalışmalar, ev dersleri vb. bugünlere kadar geldi. Mehmet bey işten geldiğinde yemeğini yiyecek kadar evde kalıyordu, sonra direkt FAKYAD’a, şimdiki adıyla İKRA’ya gidiyordu. Oradaki çalışmalar da gece 24.00’e kadar sürüyordu . Genellikle her gün böyle oluyordu. İslâm için çalışmak, hizmet etmek… Mehmet beyin hayatı buydu. Allah için bir şeyler yapmaktı. Dolu dolu geçti hayatı.
İKRA’nın oluşum sürecinde nasıl bir rol oynadı Mehmet Bey? İKRA hakkında neler düşünüyordu?
İKRA’nın bugünkü halini alması bayağı bir zaman aldı. İKRA için şöyle derdi: Teşkilat çalışanları arasında kardeşlik, samimiyet kazanılması; kardeşliğin, arkadaşlığın kenetlenmesi lazım. Çünkü organize çalışmalarda minnet ederek, hadi gel sen de şu görevi yap demeden, oluşan sıcak kardeşlik ortamında herkesin gelip kendisinin göreve talip olması gerekir. İşte bunun için öncelikle arkadaşlığın ve kardeşliğin güçlendirilmesi gerekir.
Beylerin çalışmalarında o ruh oluşturulduktan sonra, biz de Esenler’de hanım teşkilatını kurduk. Ve bizler de aile sohbetleriyle, gezilerimizle perçinleştirdik arkadaşlığımızı ve kardeşliğimizi. Bunları zaten siz de benim kadar iyi biliyorsunuz. Ve gerçekten o güzel ortamı oluşturduktan sonra herşey çorap söküğü gibi güzel bir şekilde ilerliyor. Bu yüzden dediğim gibi önce o ruhu, o sıcak bağlantıyı yakalamak çok önemli. Arkadaşlar arasındaki resmi havayı kaldırmak gerekiyor. Tabi insanların fıtratları birbirinden farklı; onları ortak bir noktada buluşturunca, Allah için birbirini sevince İslâm için çalışmaya talip oluyorsunuz, nefsi kuruntuları bir tarafa bırakıyorsunuz. Esenler’den karşıya taşınana kadar Mehmet Bey ve hanımlar olarak bizler bu çalışmalara devam ettik. Kitap okuma programları, hanımlara yönelik salon toplantılarımız oluyordu.
Sonra Üsküdar’a taşındık, haliyle buradaki çalışmalardan biraz uzaklaştık. Ama İKRA’yı hep destekliyordu. İKRA bir mahallede başlamıştı, ama şimdi bir kaç ilçede şubeleri bulunuyor. Beylere ve hanımlara yönelik çalışmalarının yanında gençlere yönelik çalışmaları da bünyesine kattı. Çalışmaları büyüdü, genişledi ve çok güzel boyutlara geldi. İKRA’yı her zaman çok takdir ediyordu. Hatta Üsküdar’daki Yedi Hilal Derneği’ne de İKRA’yı örnek gösteriyordu. İKRA’nın sıfırdan başladığını, her şeyin sabır gerektirdiğini söylüyordu.
Üsküdar’a taşındıktan sonra Mehmet Bey Yedi Hilal Derneği’nde çalışmaya başlamıştı, orasıyla nasıl tanıştı ve oradaki görevi neydi?
Eşim iki yıldır Yedi Hilal’de hizmetlerini sürdürüyordu, ben de bir senedir çalışıyorum. Yedi Hilal’in Üsküdar hanım teşkilatını kurduk ve ben de başkanlığını yapıyorum. İKRA’da olduğu gibi burada da öncelikle üyelerin birbirine bağlanması, o sıcak kardeşlik ortamının oluşmasını hedefledim. Çay toplantıları yaparak, büyük toplantılarla, küçük sohbetlerle bu havayı oluşturduk ve verimli neticeler almaya başlamıştık. Mehmet bey buradaki çalışmalarına devam ederken İKRA’yı da çok takdir ediyor ve ayrı kaldığımıza çok üzülüyordu; fakat şartlar öyle gerektirmişti. Gerçekten İKRA yönetiminde herkes onun için kardeşten de ileriydi. Benim için de öyleydi. Şartlar bizi ayırsa da gönül dostluğumuz hiçbir zaman bitmedi.
Mehmet Bey bir eş, bir baba olarak nasıldı?
Mehmet Bey evimizin ihtiyaçlarını karşılamakta gayet iyiydi, bize hiç bir zaman sıkıntı yaşatmadı. Çocuklarıma ve bana hiç bir zaman sesini yükselterek konuşmazdı. Bağırmazdı, yapıcıydı, hep görüşlerimizi alırdı. Yani kısaca çok iyi bir baba ve eşti. Bir de şunu söylemek istiyorum size; Mehmet bey son zamanlarda sanki ölüme sevdalıydı, vefat etmeden üç dört gün önce iki sözünden biri ölümdü. Yani “Allah’a kavuşmak, tezkeremi alıp dünyadan kurtulmak, bir an önce Allah’a ve peygambere kavuşmak” son günlerde çok sık dile getirdiği sözlerdi. Açıkçası son zamanlarda beni ve çocuklarımı da ölüm fikrine iyice alıştırmıştı. Hatta ölmeden iki gün önce bana –annem de bizde misafirdi, birlikte oturuyorduk- şöyle dedi: Herkes ölünce kıymetli oluyor; ölmeden önce kocasından dert yanarken, öldükten sonra yere göğe koyamaz oluyor. Sakın sen de benim arkamdan kocam şöyle iyiydi, böyle iyiydi diye konuşma, sakın beni yüceltme.
Eşim bana konuşma dedi ama, o gece (15 temmuz gecesi) şehit olanlar bir nevi kahramanlardır… Şimdi gel de konuşma. Olmayan bir şeyi zaten söylemiyorum, bir taraftan da o sözleri sürekli aklıma geliyor ve anlatmak istemiyorum. Ama o hem çok iyi bir eş, hem çok iyi bir baba, hem de çok iyi bir insandı. Yokluğunu çok arıyoruz. Tek tesellimiz çok iyi bir yerde olması, Cenab-ı Allah’a gülerek kavuşması. İşte o tek tesellimiz, inşallah Rabbim zamanla sabrını verecek.
Mehmet Bey İKRA ailesinin de yakından tanıdığı, İslâmi çalışma ve yaşantı noktasında hassas, samimi bir müslüman olan, her daim İslâmi nizamın var olması için bir oluşumun içinde yer alan ve en ön safta bulunan dava insanı bir abimizdi. Siz böyle bir insanla hayatı paylaştınız. Bu nasıl bir duygudur, anlatabilir misiniz?
Elbette ki çok güzel bir duyguydu. Gerçekten bütün gün, ay ve yıllarımız dolu doluydu. Hiç bir zaman muhabbetimiz eksilmedi birbirimize. Tabi aile hayatında birbirinize ufak tefek sitemler oluyor; fakat sitem de sevgiden doğar diye bir söz var. Ama asıl olan muhabbetimiz sonuna kadar devam etti, yani ahiret hayatında da inşallah birlikte oluruz. Aile olarak, yani sevenleri olarak şu andaki ümidim budur. Her zaman orta yollu bir hayat yaşamaya çalıştık. Hiç bir zaman lüksü ve israfı sevmezdi. Peygamberimiz (sav)’in hayatını kendine örnek edinirdi. Eskiyen eşyayı değiştirelim dediğimde, daha kullanılabilir, israfa gerek yok, derdi. Evimize gelen eşyamıza değil, muhabbetimize gelsin derdi. Hep orta halli yaşamayı kendimize düstur edinmiştik. Her zaman Allah-u Tealanın istediği gibi bir müslüman olmak isterdi ve bizi de o şekilde yetiştirmeye çalışırdı.
Peki 15 Temmuz gecesine gelecek olursak ilk haberleri duyduğunda tepkisi ne oldu? Sokağa ne zaman ve hangi amaçla çıktı?
15Temmuz gecesinde benim misafirim vardı, ayrı oturuyorduk. O da haberleri seyrediyordu. O darbe kalkışması son dakika olarak Türkiye’nin gündemine düşünce, duyar duymaz çok ani karar verdi. Saat 23.00’ü geçiyordu, yatsı namazından gelmişti. Hemen hazırlandı, ben köprüye gidiyorum, dedi. Köprüye gidiyorum demesiyle evden çıkması iki dakika bile olmadı. Sanki uçarcasına gitti. Ben de misafirim olduğu için henüz haberlere bakamamıştım. O gittikten sonra anladım ne olup bittiğini. Misafirim de gitmişti evden, televizyona baktım ne oluyor diye. Sadece Boğaz Köprüsü’nde değil, Türkiye’nin her yerinde bir darbe kalkışması var. Daha sonra Cumhurbaşkanımızın çağrısı oldu.
Cumhurbaşkanımızın çağrısından önce mi çıktı, Mehmet Bey?
Evet, 23.00-23.30 civarıydı gittiğinde. İlk gidenlerdendi. O gittikten sonra selalar ve çağrılar oldu.Yalnız o gitmeden önce de bazı televizyon kanallarında kimse evinde oturmasın, vatanını seven sokağa çıksın, diye çağrılar olmuştu. O da duyar duymaz hemen gitti.
Mehmet Bey`in bu esnada ilk sözleri nelerdi?
Hiç konuşamadık. Zaten konuşmayı pek sevmezdi. Çok konuşanı da pek tasvip etmezdi. Öyle bir kişiliği vardı. Az ve öz olmalıydı herşey. Sadece ben köprüye gidiyorum dedi. Ben de arkasından koştum, Allah’a emanet ol, dedim. Gittikten bir saat sonra telefon ile görüştük, köprü civarındayız, yeni yeni toplanmaya başladık, dedi.
Sizin için çok zor olduğunu biliyoruz, daha doğrusu anlayabiliyoruz ama şehadet haberini aldığınızda neler hissettiniz?
Allah bir metanet veriyor, diyeyim kısaca. Ona ulaşmaya çalıştığımda gece 03.30 civarıydı. Yarım saat boyunca ulaşmaya çalıştım, ama cevap vermiyordu, telefonu açmıyordu. Mesaj gönderdim, hiç birine dönmedi. Sonra bulunduğu ortamda büyük bir kargaşa ve ses yoğunluğu var, duymuyor, görmüyor ve bakamıyordur diye düşündüm. Israrla aramaya devam ettim. En son telefon görüşmemizi 01.00’de yapmıştık. İki buçuk saat sonra, yani 03.30-04.00 civarında telefona başka bir ses çıktı. Numune hastanesinde olduğunu ve oraya gelmemi istedi. Israrla sordum kardeşim lütfen söyleyin bir sey var mı? diye. Onlar da direkt vefat ettiğini söyledi. O an sanki dondum, inanamadım. İnanmak istemiyorsunuz, bir anda belki yaralıdır, öldü sanmışlardır, yaralı olabilir düşüncesi doğdu içimde. Sonra çocuklar da yanımda, bana bakıyorlar. Karşı taraftan ne cevap aldığımı söyleyemiyorum çocuklara. Sonra kendimi toparladım, çocuklara bakın inşallah babanız şehit oldu, dedim. Siz artık şehit çocuğusunuz, metanetli olun, dedim. Zaten o hep Allah’a kavuşmayı istiyordu, Cenab-ı Allah da onu şehit olarak almış katına, dedim. Sabah oldu, Numune hastanesine gidip de ordaki şehadete ermiş yüz tablosunu görünce kızımla birlikte… Gerçekten çok güzel, çok mutlu bir yüz ifadesi vardı. Şehitlere, gerçekten Rabbimizin ifadesiyle şehitlere ölü demeyin… Kesinlikle yüzünde ölü siması yoktu. Gözlerini dikdiği noktada gözlerinin güldüğünü, çok güzel baktığını, yüz ifadesinin mutluluk içinde olduğunu gördüm. İçimden o an dedim ki, seninle 23 yıldır evliyim ve yüzünde bu kadar güzel ve mutlu ifadeyi görmedim. Nasıl bir şeyle kavuştuysa Rabbine, nasıl bir makam gördüyse, gözlerinin içinde ışıltı vardı.
Keşke çıkmasaydı dediğiniz hiç oldu mu?
Demedim hiç bir zaman. Kimileri göndermeseydin falan dedi ama, ben öyle bir şey söyleseydim bile, Mehmet bey beni dinlemezdi. Kafasına koyduğunu yapardı. Demedim, asla demedim. Çünkü onu o gece Rabbim, çağırmış, şehadete çağırmış. Oraya onun gibi gidip de kurşunların yanından geçip isabet etmediği insanlar var. Zaten Mehmet beye de kurşun çok öldürücü olmayan bir yerden isabet ediyor. Takdir-i ilahi, şehadete çağırdı Rabbim onu. Vadesi o kadarmış, içi dolu dolu bir sebeple yanına aldı onu. Ölüm demek istemiyorum, gerçekten şehitler ölmez. Çünkü bazen hep etrafımızdaymış gibi hissediyorum. Helalleşemeden gitti, rüyamda geldi helallik istedi, ben çok üzülüyordum, işte rüyamda helallestik. Gerçekten çok değişik bir duygu; hüzün var, mutluluk var, ikisi arasındasın. Onun adına mutluyum, inşallah güzel makamlara gitti. Şehit Ömer Halisdemir’e yazılmış bir şiir var, beni çok etkiledi. Hani bir mısrasında diyor ya; “Peygamber geldi, bizi alınlarımızdan öptü, bunlar benim garip şehitlerim, dedi. Bütün şehitler ordusunu topladı, kardeşlerinizi tebrik edin” diye gerçekten ben o mısraların gerçeği ifade ettiğine inanıyorum. Gerçekten hepsi garip ve seçilmiş insanlardı. Ellerinde hiçbir silah olmadan, sadece yürek, bilek ve canla gittiler. Baktığımızda hepsinin hayatları çok farklı… Benim için o gece Çanakkale’den farklı değil.
Peki Mehmet Bey müslümanların şu anki durumu hakkında ne düşünüyordu?
Biraz endişeliydi. Müslümanların çözülmesi, mezhep ve cemaat farklılıkları, cemaatler içinde bir çok şeyin ranta dönüşmesi, İslâm’ın özünden uzaklaşıldığı gibi hususlardan rahatsızdı. Herkesin kendi görüşünü “İslâm budur, bundan ibarettir” şeklinde sunmasından rahatsızdı. Bir cemaatin liderinin görüşünden önce Kur’an-ı Kerim ve Resulullah’ın sünneti var. Resulullah’ın hayatı önümüzde, bir olayla karşılaştığında, bir şey gördüğünde, Kur’an’a ve Resulullah’ın hayatına uyuyor mu diye bakardı, sahabenin hayatıyla tartar öyle değerlendirirdi. Hiç bir zaman şahsi yorum yapmazdı veya bir cemaatin etkisinde kalarak yorum yapmazdı.
Kitaplar ve kitap okumayla arası nasıldı?
Çok kitap okurdu. Yolda giderken bile boşa vakit geçirmez, kitap okurdu. Evde pek fırsat bulamazdı, çünkü akşam da evde çalışırdı. Boş vakti olmuyordu. Boş vakitlerinde evde hadis dersi yapardık. Sahabe hayatından okurduk. Okumayı da tavsiye ediyordu. Arapça, fıkıh, hadis dersleri indirirdi internetten, çocuklara da tavsiye ederdi.
Bize vakit ayırdığınız için çok teşekkür ederiz. Son olarak ne söylemek istersiniz?
15 Temmuz gecesi ülkemize, devletimize darbe yapılmaya çalışıldı. Bunda başarılı olamadılar. Şehitlerimizin, gazilerimizin, insanların canları pahasına sokaklara çıkmasıyla Allah-u Teala bu belayı bizden defetti. Allah vatanımıza zeval vermesin, devletimize yönelen bu oyunları onların kendilerine çevirsin. İnşallah güçleri hiçbir şeye yetmeyecek. Bu darbe girişimi bizim birliğimizi ve beraberliğimize vesile oldu. Türkiye’nin saflarının sıklaşmasına vesile oldu. Birlikten güç doğar. Allah Türkiye’yi ve İslâm ümmetini bölmeye parçalamaya çalışanlara fırsat vermesin. Bütün şehitlere Allah’tan rahmet, gazilere de acil şifalar diliyorum. İKRA’ya çalışmalarında başarılar diliyorum. Rabbim hizmetlerinizi bereketlendirsin İnşallah. Hayırda yarışmaya devam edin, Allah’a emanet olun, Allah yar ve yardıncınız olsun. Bu fırsatı verdiğiniz için asıl ben teşekkür ediyorum, tekrardan Allaha emanet olun.
Röportaj: Şule ÇELİK