Mehmet DERELİ (İş adamı)
Mehmet Bey, dergimizin bu sayısında “Zenginlikle İmtihan” konusuna değinmek istedik. Müslüman zengin olmamalı mı? Dünyayı bir kenara mı itmeli?
Dünyayı bir kenara itip veya dünyayı önemsemeden yaşamak mümkün değil. Tabii nedir burada gaye, dünyanın nimetlerinden faydalanıp, özellikle de maddi imkanlarından faydalanıp iyi bir tarzda bunu ihtiyacı olanlara kaydırmak önemli. Bu açıdan tabii dünyada terkedilecek bir şey olmamalı. Bu çok zor bir şey. Abdulkadir Geylani Hazretlerinin bir sözü var, şu duayı edermiş: “Ya Yarabbi! Dünyayı bizim elimize kıl, kalbimize değil.”
Çünkü bazı sevgiler, muhabbetler kalbe girdiği zaman başka türlü problemler oluşturuyor. Sizi daha çok dünya ile ilgilendiriyor. Malınızın, mülkünüzün korunması için sizi uğraştırırken, belki daha da artırmak yoluna gidiliyor, bir hırs geliyor. Tabii bunlar tehlikeli şeyler, Allah korusun. Manevi hayat bakımından. Önemli olan nedir, dünyayı terk etmeden bu işleri becerebilmektir. Bu tabii, İslamiyetle kazanılacak bir olay. Yoksa dünyayı benimsemiş bir düzenle yapmak mümkün değil. Bu manada dünya ile ilgili meseleleri tamamen terk etmeden, Allah’a karşı olan görevlerimizin de bilincinde olarak bu işleri becerebilmek lazım. Benim aklıma hep bir şey gelir: Bir gün büyüklerden birine bir ders halkasında iken bir talebesi geliyor ve “Üstadım, bilmem nerdeki malınız yanıyor.”, diyor. Ondan sonra o zat, şöyle bir kalbine teveccüh ediyor ve bakıyor ki kalbinde ufacık bir üzülme yok. Üstad, “Tamam evladım.”, diyor ve dersine devam ediyor. Aradan belli bir zaman geçiyor, takriben 1-2 saat. Sonra başka bir talebesi geliyor ve “Üstadım, yanan yer sizin yeriniz değilmiş.”, diyor. Üstad, tekrar kalbine teveccüh ediyor ve bakıyor ki gene bir fark yok. Yani bu çok güzel bir nokta.
Çok da zor bir şey.
Ancak öyle kişilerin becerebileceği şey olsa gerek. Tabii, hedeflerimizin böyle olması lazım. Ne kadar yaklaşabilirsek o kadar güzel olur, o kadar bize faydası olur. Böyle şeyleri öğrenince insan karınca kaderince kendi hayatında tatbik etmeye başlıyor. Bu manada ahiretin kazanımı içinde belki bir paraya ihtiyaç var, tabii bunları gönle almadan yapabilmek çok güzel bir meziyet. Biz, hiçbir zaman böyle bir şeyi yerine getirebildiğimizi söyleyebilmemiz mümkün değil, ama nedir karınca kaderince yerine getirmek lazım.
Dergi ana konusuna dönersek, yeni yetişen gençlere veya benim gibi orta yaşın üzerinde olanlar para ile nasıl iletişim kursunlar, nasıl ilişki sağlasınlar? Mevlana’nın meşhur tabiri ile para kalplerine girmesin?
İslamiyete çok iyi sarılmak lazım, bunun ilacı o. Zaten işin hakikatine bakıldığı zaman para, mal, mülk … her şey geçici, fani şeyler. Bir kere bunu iyi anlamak, iyi anlatmak lazım. Ama ahiret için yatırım yapılabilmesi için de para lazım. Hedefiniz para kazanmak olacak ama bu kazanılan parayı ihtiyaç sahipleri ile paylaşmak olmalı.
Yığmak, biriktirmek olmayacak yani. Belki öyle olduğu için biriktireyim, yığayım diye ilk baştaki niyet öyle olduğu için para kalbe giriyor.
Tabii, aynen öyle. İslamiyeti iyi anlamak lazım. Biz sıfırdan hatta eksi sermaye ile bu işlere başladık. Dolayısıyla bunların hepsi Allah vergisi. Yani kendi katkımızla biz bunları yapmadık. Niye öyle? Biliyorsunuz her şey Allahu Teala’nın elinde. Ne olursa olsun her şeyde Allah var. Düşünün, Allah size bazı imkanları veriyor. Bundan da fakirlere, ihtiyaç sahiplerine verin diyor. İlk sahibi o, size geçici olarak vermiş. Siz onu yaparsanız da karşılığı olarak cennet veriyor.
Halbuki, Allah’ın malını dağıtıyorsun.
Evet, aynen öyle. Dolayısıyla insanın hakikaten malı kendinin gibi görmesi, endişe etmesi çok manasız bir şey. Abdulkadir Geylani’nin çok zengin olduğu söylenir, ama onlar kalplerine hiç almamışlar, ellerinde bir oyuncak gibi almışlar, vermişler, satmışlar ve hedeflerine ulaşmışlar. Bunları iyi kavramak lazım. Biz tabii kavradığımız söyleyemeyiz. Veren el olmak çok güzel bir şey. Bazen öyle şeyler oluyor ki, veriyorsunuz 3-5 kuruş, içinizde bir rahatlama oluyor. Bunlar anlatılacak şeyler değil gerçi.
Peki, zengin insan İslam’a daha çok hizmet edebilir, diyebilir miyiz?
Evet, diyebiliriz. Bir çok dini müessesinin açılması için paraya ihtiyaç var. Dolayısıyla, kazanılmış o paraları bu bölgelerde değerlendirmek güzel olur. Zaten, böyle kişinin paranın dışında hizmet edebilecek durumu varsa yapmalı zaten, para onda artı bir şey oluyor.
Ne kadar verirseniz, o kadar verilir. Bunu müşahhas olarak yaşadınız mı?
Bir yere bir hayır yapılır, karşı tarafta şunu söyler: Allah yerini doldursun. Gerçekten, Allah yerini fazlasıyla dolduruyor. Şahsen, kendi hayatımda o doldurmaları hep hissediyorum. Bazen, bu yardımı yapsam mı, yapmasam mı diye ikilemde olan zamanlar oluyor. Şeytan ve nefis bu konuda en büyük düşman. Ama yardımın geriye dönüşü olacağını düşündüğünüz zaman onlara da fırsat verilmemiş oluyor. Vermek lazım, yani. İsraf da hayır yoktur, hayır da israf yoktur. Bunlar boşuna söylenmiş şeyler değil. Diyelim ki elinizdeki imkanların büyük kısmını verdiniz ve geriye dönüş olmadı.,
Ben de şimdi onu soracaktım. Nasılsa Allah doldurur, verdiniz, doldurmadı. Haşa, Allah size sırt mı döndü? Bunu nasıl yorumlamak lazım?
Bence gene bir kayıp değil, imtihanın başka bir boyutu. Bu dünya ile ilgili bazı şeyleriniz eksik olabilir. Bunları insanın hali vakti yerinde iken söylemesi daha kolay belki, daha sınırlı bütçelerde biraz daha farklı düşünebilir insan. Kayıp olmaz.
Şöyle bakmak olabilir mi, olaya? Allah (cc) belki, 1 milyon verdiniz geri vermedi, belki 1 milyon daha zarar ettiniz. Sapasağlam evlatlarınız var, sıhhi açıdan sağlam, ahlaken sağlam. Belki o 1 milyonu size verseydi de evlatlarınız da sağlık sorunu olsaydı belki 3-4 milyon çıkacaktı. Biz olaya hep maddi gözle bakıyoruz. Belki, manevi karşılığı var.
Dönmemesi mümkün değil. 1’e 700 sevap var. Belki, o da sizin imtihanınızdır. Dönmeyince verecek mi, kesecek mi diye? O manada bunları önemsemek lazım. Bazen, iş hayatındayken borç alıp verme işlemleri olurdu. Size söylenen vakitte borcun dönüşü olmaz. İnsan sıkılır, üzülür falan. Bizim hanım hep öyle der: “Zamanında para gelmedi, olmadı. Allah korusun biz bu durumda olsaydık, borç alıp da sözümüzde duramasaydık? Bizim şu an bu paraya ihtiyacımız var mı? Olmasa da olur, değil mi? O yüzden sen buna hiç kafanı takma. “ Gerçekten doğru, karşı tarafın ne yaptığına bakmamak lazım, bu ölçü olmamalı. Bizler ne yapabiliyoruz buna bakmalı.
Şu da önemli, röportajı okuyacaklar için. Belki mevcut maaşınızdan 3-4 kat fazla maaş alabilecek bir yerde işletme adına alacak banka işlemlerini reddettiniz. Çok yakinen tanıdığım insanlar var. Çok ihlaslı insanlar, piyasaya açıldığında krediler uçuşuyor. Başka türlü tutunamıyoruz diyorlar. Buna ne diyeceksiniz? Piyasada tutunmasınlar mı, yoksa bu bankalara bir şekilde bulaşıyorsa bunların bir telafisi var mı? Şu kadar yıllık tecrübe sahibisiniz.
Bankaya hiç bulaşmamak lazım. Mustafa AKGÜN (merkez vaizlerinden) şöyle der: Mecbur kalmadıkça bankaların önünden bile geçmemek lazım.
Eskilerde o hassasiyet varmış.
Diyelim ki, önünde sermayesi ve belli bir işi olan insan, önüne daha büyük bir iş geliyor veya atılım yapmak istiyor. Hesap yapıyor.
Hatta diyorlar ki, banka ile bu ilişkiye girersem, 100 lira aidat veriyorsam 1000 tl veririm.
Şeytanın aldatması. O işini büyütmek için böyle bir işe giriyorlar. Allahu Teala Hazretleri hiçbir zaman şunu sormayacak insana: “Kulum, senin şöyle bir işin vardı, onu niye büyütmedin? Ama böyle gayri meşru yollardan. Meşru yollardan her zaman büyütülmesini teşvik ediyor. Müslüman hiç bulaşmamaya çalışacak. Olursa, alırız diye düşünmeyecek. Düşünce olarak bile bunu akla getirmemek lazım.
Surda gedik açılmamalı yani…
Bir tarihte Erenköy’de enişte ile ortaklık yaptığımız bir yer var. Önce orda bir KİP bayisi açalım dedik, Bağdat caddesinde. Orda da olmadığı için bize bayiliği verdiler. Mağazayı açtık, ama pek beklenildiği gibi gitmiyor. İnsanları genelde dışarıdan giyinen, elit denilen kesim ağırlıklı. Pek başarılı olamadık. Ay sonları fireler veriyorduk. Eniştenin başka bir yerde YGS mağazası var, benimde Bakırköy’de var. Buralardan bu mağazayı sübvanse ediyorduk. Aradan birkaç ay geçti. Bir gün hiç unutmuyorum, telefon geldi, enişte arıyor. Mehmet dedi, bu ayki durumumuz böyle, durumumuzda belli, biz bunu karşılayamayız. Bankaya yazılacağım, çıksa da almam ama önceden tedbir almak lazım. Onlar da namazında niyazında, haccını yapmış insanlar. Hemen senin yanına geliyorum dedim. Neyse evlerine gittim ve dedim ki: “Böyle bir şeyin aklınıza gelmiş olması bile hiç güzel değil çünkü mağaza açılırken bunu konuştuk.” Daha öncelerinden bir iki defa böyle banka işleri olmuştu eniştenin. Böyle bir şeyin aklımızın ucuna bile gelmeyeceğini konuştuk. “Tamam” dedi. Bu işin böyle firesi var, nasıl karşılayacağız? Allah bir şekilde kapı açar.
Allah bakacak, doğru yoldan sapacak mısın, sapmayacak mısın?
Tabii, tabii. “Benim çevremde bu kadar parayı bulacak yer yok”, dedi. Ben bulacağım dedim. Kenarda kara gün için dediğimiz para vardı. Bunu borç almışım gibi gösterdim, gerçi bu şekilde doğru bir şey yapmadık. Ama borç denince geri ödeniyor. Nihayetinde mağazayı kapattık. Bir faize girmenin günahı, ki bunu biliyorsunuz, yapılacak kazançla mukayese ettiğinizde kazanç ne kadar büyük olursa olsun ölçülemez bile.
Bir olay daha anlatayım. En büyük damadımıza evlendikten sonra iş arıyoruz. Kızım da damadım da ilahiyatçı. Onları ticarete sokalım dedik. Cuma cemaatinden bir arkadaşımız var, toptan gıda işi ile uğraşıyor. Birkaç kişi bir araya gelip bir şirket kuruyorlar, Rantop diye. Biz de buna ortak olalım dedik. Orada da söyledik faiz, kredi meselesini. Pek çok esnaf ben almam ama kredim çıksın, hazır beklesin düşüncesinde. Bir gün yönetim kurulu toplantısındayız, şirkete birkaç tane araba alınacak, banka üzerinden, leasing gibi bir şey. Bunu İş Bankası üzerinden alalım dediler. Tabii, ben rahatsız oldum. Bunun hemen kararını vermeyin dedim. O zamana kadar diğer katılım bankaları ile de ilişkim yok. En azından böyle bir işe gireceksek, detayları bilmiyorum ama bu bankaları tercih edelim. Bunu araştırdım, bir sonraki toplantıda arkadaşlara anlattım. Fakat arkadaşlar pek oralı olmadılar. Toplantıda esas kişiler yok, Cuma cemaati arkadaş grubundan. Bir ikisinin oğlu var, tabii gençler. Bu işi İşbankası ile yapalım diye diretinceler benim rengim attı, eve geldim. Yemek falan yemedim. Ertesi sabah o arkadaşlardan birisi aradı. “Mehmetçiğim toplantı nasıl geçti.” diye. “Toplantı iyiydi ama bu konu beni rahatsız etti” dedim. “Bu kadarcık da ticarette olur.” dedi. “Toplantıdaki şekilde hoşuma girmedi, başka bir alternatif varken hiç değerlendirilmedi.” dedim. “Mehmetçiğim, sen rahatsızsın herhalde, istersen ortaklıktan çıkabilirsin.” dedi. Nasıl sevindim.
Müslüman olarak beklenen “Abi, ben onlarla konuşayım, belki fikirlerini değiştirirler.” demesi beklenirdi, değil mi?
Tamam dedim. “Ama koyduğun parayı hemen veremeyiz” dedi. “Hiç önemli değil, ama bu işten beni biran önce soyutla.” dedim. İşin sonu önemli: O firma iflas etti, arkadaşlardan bir tanesinin evine varana kadar satıldı. Dolayısıyla inancı olan arkadaşlar bu işten çok darbe yedi. Onun için akla getirmemek lazım. Rahmetli İbrahim Ethem Hocanın bir sözü var: (Bankaya yatırdığın paraya sene sonunda belli bir faiz tahakkuk eder.) Faizine elini bile sürme, almayın. İyi ama bankadaki memur alır, şu alır, bu alır, bankaya mı bırakalım? Senin bununla ne ilgin var. Alsın, kim alırsa alsın ama sen o faizin ismini bile ağzını alma.
Hassasiyet önemli.
Evet hassasiyet önemli. Ama maalesef zamanımızın ticaretinde bunlar oluyor. Allah bizi, çoluğumuzu çocuğumuzu buna bulaştırmasın. Hassas davranmak lazım.
Amin.
RÖPORTAJ: Emin ATALAY