Nenehatun Temsilciliğimizde bu hafta yapılan sohbetimizin konuk hocası, kurucu başkanımız Emin ATALAY hocamızdı. Hocamız sohbetinde Tebük Gazvesi'ne katılmak istediği halde katılamayan Hz. Kâ’b’ı ve onun tövebesini anlattı.
"Hz. Kâ’b’ın hâli vakti yerindeydi. Tebük Gazvesi’ne gidilecekti. Daha önceki gazalarda gidilecek yeri hiç söylemeyen Peygamber Efendimiz (a.s.m.), bu defa Müslümanları topladı ve Tebük’e sefer yapılacağını haber verdi. Mevsim sıcaktı ve meyveler olgunlaşmıştı. Herkes hummalı bir şekilde sefere hazırlanırken Hz. Kâ’b, “Hazırlığı ne zaman olsa yapabilirim!” diyerek kendi işleriyle oyalandı. Öyle ki, Peygamber (a.s.m.) yola çıktığı zaman Kâ’b’ın hiçbir hazırlığı yoktu. Hemen hazırlanmak üzere evinden çıktı, ama hiçbir şey yapamadan döndü. Kendisi bunu şöyle anlatır:
“Yola çıkıp arkalarından yetişmeyi düşündüm. Keşke yapmış olsaydım! Fakat bu da mümkün olmadı. Resûlullah (a.s.m.) bu gazaya gittikten sonra insanlar arasına çıktığımda kendime arkadaş olarak ancak münafıklık damgası vurulmuş kimseleri yahut Allah’ın mazur gördüğü âcizleri görmem beni kederlendirdi…”
Tebük’e varıncaya kadar onun ismini anmayan Hz. Peygamber, orada Kâ’b’ın ne yaptığını sordu. Müslümanlardan biri, “Elbiselerine ve boyuna bakıp gururlanması onu cihat yolundan alıkoydu!” deyince, Ashâb’dan Muâz bin Cebel hemen müdahale ederek Kâ’b hakkında iyilikten başka bir şey bilmediklerini söyledi. Bu cevap üzerine Hz. Peygamber sükût etti.
Sefer sona erip de Müslümanlar Medine’ye doğru harekete geçince, Kâ’b’ı müthiş bir endişe ve telaş kapladı. Resûlullah dönünce ona ne diyeceğini düşünüyordu. Bu arada aklına birçok mazeret geliyor, ama o Resûlullah’a yalan söylemeyi nefsine yediremiyordu. Nitekim “Resûlullah’ın Medine’ye geldiği” haberi ulaşınca Kâ’b doğruca Peygamberimizin huzuruna gidip ona hakikati olduğu gibi söylemeye karar verdi. Yanına vardığında selam verdi. Resûlullah dargın kimseler gibi acı bir tebessümle ona, niçin gazadan geri kaldığını sordu. Kâ’b şu cevabı verdi:
“Yâ Resûlallah! Allah’a yemin ederim ki, sizden başkası, yani ehl-i dünyadan birisinin yanında bulunsaydım, özür beyan ederek onun gazabından kurtulabileceğimi zannederdim. Zira söz söylemesini bilirim. Vallahi biliyorum ki, bugün yalan söyleyip sizi memnun etsem de Allah sizi bana gücendirebilir! Eğer doğrusunu söylersem siz bana kızacaksınız; lakin ben doğruyu söylemekle Allah’tan hayırlı netice beklerim. Yemin ederim ki, gazadan geri kalmam için hiçbir özrüm yoktu. Hiçbir zaman, sizden ayrılıp kaldığım zamandakinden daha kuvvetli ve zengin değildim.”
Hâlbuki Kâ’b’ın gözleri önünde 80 kadar kişi yalan mazeretlerle Peygamberimizin huzuruna çıkmışlar, Peygamberimiz de bunların bu mazeretlerini kabul ederek onlar hakkında istiğfar etmiş ve kalplerinde yatan niyeti Allah’a havale etmişti. Fakat Kâ’b, Allah ve Resûl’ü huzurunda doğruluktan ayrılmadı.
Bu cevaptan sonra Resûlullah ona, Allah’ın hükmü vahyedilinceye kadar beklemesini söyledi. Onunla birlikte iki sahabiye daha aynı şey söylenmişti. Bu zatların hâlleri etrafa yayılınca, herkes onlara yabancı gibi davranmaya başladı. Diğer iki sahabi evlerine kapanmayı tercih ederken, Kâ’b cemaatle namazlara iştirak etti, çarşıları dolaştı. Ama hiç kimse onunla konuşmuyordu. Resûlullah’a yakın yerlerde oturmaya dikkat ediyor ve bu esnada onun çehresine bakmaya çalışıyordu. Ama her defasında Peygamberimiz ondan yüzünü çeviriyordu. Bu hâlden iyice bunalan Kâ’b, amca oğlu Ebû Katâde’ye gitti ve ona, “Ebû Katâde! Allah için soruyorum: Allah’ı ve Resûlünü ne kadar sevdiğimi biliyor musun?” diye sordu. Cevap alamadı. Birkaç defa daha sordu. Ebû Katâde kısa cevap verdi: “Allah ve Resûl’ü daha iyi bilir.” Bunun üzerine Kâ’b mahzun bir şekilde, gözyaşları içinde oradan ayrıldı.
Günler geçti, haftalar birbirini kovaladı. Kimse kendisiyle bir tek kelime konuşmuyor, Kâ’b işin nereye varacağını bilemiyordu. Bu arada, Kâ’b’ın imtihanını daha da çetinleştiren bir hadise ortaya çıktı: Kâ’b 50 gün devam eden bu ıstırap verici bekleyiş devresinde Gassan’daki Kıptî liderlerinden bir mektup aldı. Mektupta şöyle deniyordu.
“Efendinizin size uygunsuz muamelede bulunduğunu duydum. Allah sizi, hukukun çiğnendiği ve kıymetin bilinmediği bir yerde bırakmasın. Yanımıza gelin, size ikramlarda bulunuruz.”
Bir tarafta haftalardır yüzüne bakmayan bir Peygamber ve kendisiyle konuşmak tenezzülünde bile bulunmayan arkadaşları, diğer bir tarafta da izzet, ikram ve haşmet teklif eden bir davet vardı. Düşman, Kâ’b’ın bu zayıf ânını değerlendirmek istiyordu. Böyle sıkıntılı bir zamanda böyle cazip bir teklife kim hayır diyebilirdi? Fakat Kâ’b tereddütsüz, Resûlullah’ı tercih etti. Ve Kıptî liderinin mektubunu yırtıp attı.
Tam bu esnada, Kâ’b’ın durumunu daha da zorlaştıran bir emir daha geldi: Peygamberimizin gönderdiği bir elçi ona, zevcesinden uzak durmasının istendiğini haber veriyordu. Kâ’b hanımını boşamayacak, ama ondan ayrı yaşayacaktı.
Çile biteceğine daha da şiddetleniyordu. Aynı emir diğer üç sahabeye de gönderilmişti. Fakat bu emir de Kâ’b ve arkadaşlarının Resûlullah’a bağlılığını sarsmadı. İşledikleri hatanın pişmanlığı içinde bütün ruhlarıyla Allah’a yalvarıp istiğfar ediyorlardı. Ama müminler cemaatinden ayrılmak, Allah ve Resülünü terk etmek akıllarından bile geçmiyordu. İmanları böyle bir davranışa müsaade etmiyordu. Bundan sonrasını Kâ’b Hazretleri şöyle anlatır:
“Ahalinin bizimle konuşmalarının yasaklandığı günden 50 gece sonrasında, gecenin sabahında sabah namazını kıldım. Ruhum çok sıkılmış ve bulunduğum yere sığamaz bir vaziyette oturuyordum. Âdeta yerle gök arasında sıkışmış ve gidecek hiçbir yeri kalmamış gibiydim. Tam bu esnada bir ses işittim: ‘Ey Mâlik’in oğlu Kâ’b, müjde, müjde!’ Kurtuluş günü gelmişti. Hemen secdeye kapandım.”
Hocamız bize bu hadiseyi naklettikten sonra çıkarmamız gereken dersleri şöyle dile getirdi.
"Müslüman her zaman doğruluk üzerine olmalı ve Peygamber Efendimize(sav) koşullusuz itaat etmeli."
Son olarak, hocamız kitap okumaya başlamamış katılımcılarımızın, kitap okumaya başlamasını dile getirerek sohbetine son verdi. Sohbetimizin ardından misafirlerimize çay ve kek ikramı yapıldı.
Her Pazartesi 21.00-21.30 arasında icra edilen ve devamında çay eşliğinde yapılan muhabbetle dostlukların tazelendiği sohbetlerimize sizlerin de bulunması bizi memnun, sizi bilgi sahibi yapacaktır.