İnsanları diğer yaratılmışlardan ayıran en önemli özellik, onların okuma, yazma, öğrenme, düşünme, anlama ve anlatma yeteneğine sahip olmalarıdır. Bu yetenekleri vererek yüce Allah, insanları yeryüzünün halifesi yapmış ve diğer varlıkları onların hizmetine sunmuştur.
Rabbimiz merhameti sebebiyle sadece bu yetenekleri vermekle yetinmemiş, insanların bu yeteneklerini iyi, güzel, hayırlı ve yararlı işlerde kullanmaları ve kulluk görevlerinde rehberlik etmesi için ilk insandan itibaren peygamber ve kitaplar göndermiştir. Son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.s.), son kitap da Kur’an-ı Kerim’dir.
Peygamberimiz (s.a.s.), kırklı yaşlarına geldiğinde Nur dağında inzivaya çekilmeyi ve tefekkürü âdet hâline getirmişti. Bozulan toplum hayatını, insan ahlâkını ve haklarını, karanlığı aydınlatan yıldızları ve varlık âlemini düşünür, yüce Yaratıcı’ya ibadet ederdi. Milâdın 610. yılında yine bu amaçla bulunduğu Hira’da Ramazan ayının 27. günü Pazarı Pazartesiye bağlayan gecesinde tan yerinin ağarmaya başlamasından az önce seher vaktinde ufukta nurdan bir şekil gördü. O zamana kadar hiç görmediği bu varlık Cebrail’di. Aralarında şu diyalog geçti: Cebrail, Hz. Muhammed’e seslendi: “Oku” dedi. Hz. Muhammed, “Ben okuma bilmem” dedi. Cebrail, Hz. Muhammed’i kollarının arasına alıp kuvvetle sıktı, tekrar “oku” dedi. Hz. Muhammed yine, “okuma bilmem” dedi. Cebrail, Hz. Muhammed’i tekrar kollarının arasına aldı ve kuvvetli bir şekilde sıktı ve “oku!” dedi. Hz. Muhammed, yine “okuma bilmem” dedi. Cebrail, Hz. Muhammed’i üçüncü defa kollarının arasına aldı ve daha kuvvetlice sıkıp bıraktı ve şöyle dedi: “Yaratan Rabbi’nin adıyla oku; O, insanı ‘alak’tan (asılıp tutunan zigottan) yarattı. Oku! Rabbin sonsuz kerem sahibidir. O, kalemle (yazmayı) öğretendir. O insana bilmediklerini öğretti.” (bk. Buharî, Bed’ü’l-Vahy, 3; Müslim, İman, 252)
Varlık âleminin sonuna kadar rehberliğini sürdürecek olan ve bütün insanlara gönderilen son ilâhî mesajın “oku” emri ile başlaması ve bu emrin iki defa tekrar edilmesi çok anlamlıdır. Ayetlerde okumanın Allah adı ile yapılması, Allah’ın Rab ve kerem sahibi, insanı yaratan ve yazmayı öğreten oluşu dile getirilmektedir. İnsan neyi okuyacak? Ayette neyi okuyacağı belirtilmemiş, söz gelimi “Kur’an’ı oku” denilmemiş, mutlak olarak “oku” emri verilmiştir. Bu itibarla insan her şeyi; kendini, kâinatı, varlıkları, olayları ve hepsinden önemlisi Kur’an’ı okuyacak, anlayacak, öğrenecek, ders alacak, hayatına değer ve anlam katacak, iyi insan ve iyi Müslüman olacaktır.
“Oku” emri, hem tilâveti yani yazılı bir metni okumayı hem anlamayı ve gerçekleri anlatmayı ifade eder.
İnsan; kendisini okuduğu zaman bu mükemmel varlığın kendiliğinden oluşamayacağını, bir yaratanının bulunduğunu, Yaratan’ı tanımak, O’nun sevgisini ve rızasını kazanmak gerektiğini, boş yere yaratılmadığını ve “Sizi boşuna yarattığımızı ve bize tekrar döndürülmeyeceğinizi mi zannettiniz?” (Müminun, 115) ayetinin sırrını anlayacak ve kulluk bilincine ulaşacaktır.
İnsan; kâinatı okuduğu zaman; gökyüzü, güneş, ay, yıldızlar, galaksiler, bulutlar, rüzgârlar, fırtına, kasırga, yağmur, kar ve dolu, yıldırım ve şimşek, soğuk ve sıcak, yeryüzü, dağlar, ovalar, ırmaklar, denizler, ağaçlar, bitkiler, sebzeler, meyveler ve daha nice varlıkların kendiliğinden oluşamayacağını, bunların milyonlarca yıldır nizam içinde varlıklarını sürdürdüklerini, görevlerini yaptıklarını, insanlara hizmet ettiklerini, güneş enerjisi, atmosfer, yağmur, temiz hava olmadan yaşamanın mümkün olmadığını ve “Göklerde ne var yerde ne varsa hepsini Allah’ın sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça yahut gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını görmediniz mi?” (Lokman, 20) ayetinin
sırrını, bütün bu varlıkları yaratan kudreti tanımak, O’na kulluk ve teşekkür etmek gerektiğini anlayacak ve bunun gereğini yapacaktır. İnsan; karada ve denizde yaşayan, yeryüzünde yürüyen, sürünen ve gökyüzünde uçan hayvanlar âlemini okuduğu zaman; her birinin şekli ve görevi farklı olan bu varlıkların kendiliğinden var olamayacaklarını, “Allah, göklerdeki her şeyi, yerdeki her şeyi kendi katından
(bir nimet olarak) sizin hizmetinize verendir. Elbette bunda düşünen bir toplum için deliller vardır.” (Casiye, 13) ayetinin sırrını anlayacak ve yaratan Allah’a kulluk etmek gerektiğini idrak edecektir.
İnsan; aynı toprakta aynı su ve aynı güneş enerjisi ile yetiştiği halde elma, armut, şeftali, erik, muz, keçiboynuzu, patlıcan, domates, patates, buğday ve benzeri şekli, rengi ve tadı farklı olan ürünleri, sebzeleri ve meyveleri düşündüğü zaman bunun bir tesadüf olamayacağını ve “İnsan yediğine bir bakıp düşünsün! Biz gökten bolca su indirdik, sonra toprağı uygun şekilde yardık, oradan ekinler bitirdik, üzüm bağları, sebzeler, zeytin ve hurma ağaçları, iri ve sık ağaçlı bahçeler, meyveler ve çayırlar (var ettik, bütün bunlar,) sizin ve hayvanlarınızın yararlanması içindir.” (Abese, 24-32) ayetlerinin sırrını anlayacak, yüce yaratanın eşsiz kudretini ve O’na itaat edilmesi gerektiğini bilecektir.
İnsan; bilim, teknoloji, sanayi, üretim, temel haklar ve benzeri alanlarda gelişmiş ve geri kalmış toplumları okuduğu zaman bunun arka plânında çalışkanlık veya tembelliğin olduğunu görecek ve “İnsan için ancak çalıştığı vardır.” (Necm, 39) ayetinin sırrını anlayacak, dünya nimetlerinden faydalanabilmek için çalışmak, üretmek ve eğitimli insan yetiştirmek gerektiğini bilecektir.
İnsan; sosyal olayları ve tabiî afetleri okuduğu zaman bunun arka plânında ilâhî imtihan veya insanların hatalarının olduğunu görecek ve “Andolsun ki, sizi biraz korku ve açlıkla bir de mallar, canlar ve ürünlerden eksilterek deneriz.” (Bakara,155), “Başınıza her ne musibet gelirse kendi yaptıklarınız yüzündendir.” (Şura, 30), “İnsanların kendi işledikleri (kötü fiiller) sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır.” (Rum, 41) ayetlerinin sırrını anlayacak ve sünnetüllaha (Allah’ın kâinat kanunlarına) uymak gerektiğini bilecek ve ona göre hareket edecektir.
İnsan; Allah’ın insanlık âlemine gönderdiği son mesajı Kur’an’ı okuduğu zaman; bu kitabın insan ürünü olmadığını, Allah, aile fertleri, insanlar, toplumlar, varlık âlemi ve çevreye karşı görevlerinde insanlara rehber olması için gönderilen bir hayat kitabı olduğunu, insan ve toplum hayatının her alanı ile ilgili emir ve yasakların, hüküm ve tavsiyelerin, geçmiş toplumların hayat hikâyeleri ve ahiret hayatı ile ilgili bilgilerin bulunduğunu görecek, dünya ve ahireti kazanmanın ancak Kur’an’ı anlamak ve hükümlerini özel, aile ve toplum hayatında uygulamakla mümkün olabileceğini anlayacak ve “Gerçekten bu Kur’an en doğru olan yola götürür ve iyi işler yapan müminler için büyük bir mükâfat olduğunu ve ahiret hayatına iman etmeyenler için elem dolu bir azap hazırladığımızı müjdeler.” (İsra, 9-10) sırrını kavrayacak, bunun için, “Hep birlikte Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın.” (Âl-i İmran, 103) ilâhî fermanına uyup Kur’an’a sarılmak gerektiğini bilecektir.
Okumak anlamayı, anlamak bilinçlenmeyi intaç eder. Özellikle Kur’an’ın bu amaçla okunması gerekir. Kur’an okumayı, sadece sevap kazanma vasıtası veya merasimleri süsleme aracı yapamayız, böyle yaptığımız zaman “oku” emrinin gereğini yerine getirmiş olmayız. Evet, Kur’an bu amaçlarla da okunur. Kur’an namazda okunur, namaz dışında okunur, her yerde okunur, okunmalıdır. Ancak Kur’an’ı okumanın anlamaya, öğrenmeye ve ilkelerini uygulamaya koymaya yönelik olduğunu, bu sayede Kur’an’ın öngördüğü çizgide sosyal hayatı anlamlandırmak, yaşamak ve yaşatmak gerektiğini aklımızdan, gönlümüzden çıkarmamamız gerekir.
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl sakınmak gerekiyorsa öyle sakının ve ancak Müslümanlar olarak ölün.” (Al-i İmran, 102) emrini yerine getirebilmek için Kur’an’ı okumamız, anlamamız ve hayatımıza hâkim kılmamız gerekir. Böyle yapabilirsek dünyamızı da ahiretimize mamur etmiş, güven ve huzura ermiş, Allah’ın rahmetine ve rızasına ermiş oluruz. Bu takdirde hesap için Allah’a arz olunduğumuz, hiçbir sırrımızın gizli kalmadığı ve bütün yapıp yapmadıklarımızın yazılı olduğu kitap ortaya konulduğu kıyamet gününde (İsra,14; Kehf, 49; Hâkka, 18); “Gelin, kitabımı okuyun! Çünkü ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.” (Hâkka, 19-20) diyebiliriz. Artık biz, hoşnut bir hayat içinde, yüksek bir cennette oluruz ve “Geçmiş günlerde yaptıklarınıza karşılık, afiyetle yiyin, için” ikramı ile taltif ediliriz (Hâkka, 21-22).
Kitabı okumaz, anlamaz, inanmaz ve öngördüğü şekilde bir hayat sürmez ve Müslüman olarak yaşayıp Müslüman olarak ölemezsek; Allah korusun, “Keşke kitabım verilmeseydi, hesabımın ne olduğunu bilmeseydim, keşke ölüm her şeyi bitirseydi, malım bana hiçbir yarar sağlamadı, gücüm, saltanatım da yok olup gitti.” (Hâkka, 26-29) diyenlerin konumunda oluruz.
Ne mutlu, ne bahtiyardır Kur’an’ı okuyan, anlayan ve ilkelerini uygulayan insan!
Doç. Dr. İsmail Karagöz
Kaynakça: DİB Yayınları, Kitap Medeniyeti: Syf: 4-5