ZORUNLU OKUR, GÖNÜLSÜZ TOPLUM « Yazarlarımızın Yazıları
ZORUNLU OKUR, GÖNÜLSÜZ TOPLUM

ZORUNLU OKUR, GÖNÜLSÜZ TOPLUM

14 Nisan 2019
1137

İnsan, canlılar ve varlıklar arasında mutlak ontolojik üstünlüğe sahip bir varlıktır. Çünkü diğer varlıklardan farklı olarak düşünür, konuşur, alet icat eder ve sebep sonuç ilişkisi kurar. Allah insana apstraksiyon/soyutlama yeteneği vermiştir. O, eşyanın anlamını, işleyişini ve diğer varlıklarla olan bağını çözümleyebilen müstesna bir kimliktir. Bilinen insanlık tarihi aynı zamanda dinler tarihidir. Bu süreçte insanları aydınlatmakla mükellef Nebilerin hiçbirisinin irrasyonel talepleri olmamıştır. 

Hz. Musa, piramit yapma becerisine sahip bir toplumda yaşamıştır. Hz. Yusuf, iyi bir ekonomisttir. Mısır’a maliye bakanı olmuştur. Hz. Salih ve Hz. Şuayb peygamberler, kayaları oyup muhteşem evler yapan bir topluma gelmişlerdir. Hz. İsa bir tabiptir. Bu örnekler dinin bilgiye düşman olmak gibi bir keyfiyetinin olmadığını göstermektedir. Din, bilginin içeriğini konu edinir. Bilimin ideolojik kaygılarla profan/din dışı bir alana kayması ve inançsızlığa kaynaklık etmesi onu endişelendirir. 

Tarih boyunca tüm dinler ve devletler müntesiplerini eğitmeyi amaçlamışlardır. Peygamberler bir nevi öğretmen, getirdikleri din; eğitim sistemi, kitapları ise bu sistemin araç gereçleri olarak düşünülebilir. 

Dünyada birçok devlet, süreleri farklı olmakla birlikte eğitimi zorunlu hale getirmiştir. Bu kadar külfetli ve yüksek maliyetli eğitim işini devletler niçin uhdesine alır? Maliyet-analiz hesabı açısından hiç de mantıklı olmayan bu eğitim işi devlet tekeline nasıl girmiştir? Bu sorulara ilk elden vereceğimiz masum cevap, cehalet yok olsun, çocuklarımız okusun diyedir. Devletlerin çoğu için eğitim; toplumu belli bir ideoloji, din ya da felsefi kanaate kanalize etmenin adıdır. Louis Althusser “Devletin İdeolojik Aygıtları” meselesinde din, hukuk, kültür, haberleşme, siyasal ve sendikal yapılara öğretimi de dâhil ederek eğitimin ideolojik boyutunu ortaya koymaya çalışmıştır. 

Ivan İllich “Okulsuz Toplum”u önerirken eğitime karşı değildir. O okullar aracılığı ile statükonun korunduğunu düşünür. “Eğitim: Bir Kitle İmha Silahı” tezinin sahibi John Taylor Gatto, okulların düşünmeyi öğretmekten çok başarıyı kutsadıklarını ifade eder. Okulun insana rasyonel ve kasti zararının bulunduğunu, asıl amacının ülkelerin nüfuslarını yönetilebilir hale getirmek olduğunu ifade eder. Bu eleştirilerin tamamına katılmamakla beraber zorunlu eğitimden gönüllü toplumun çıkmadığı gerçeğini görmemiz gerektiğini bilmemiz gerekmektedir. Eğitime yüklenen farklı misyonlar okullarda okuma işinin “mış gibi yapmak olarak tecelli etmesi sonucunu doğurmuştur. 

Sormamız gereken soru okullarda çocuklarımıza kitap okutmak mümkün müdür? Çocuklarımızın ve ebeveynlerimizin birçoğunun teknoloji bağımlısı olduğu bir yerde, kitap okumak fantastik bir taleptir. Rol model olacak olan anne/baba ve öğretmen; tarihi, kültürü, medeniyeti dizi filmler üzerinden anlatıyorsa meselenin geldiği yeri siz düşünün. Başarı odaklı bu eğitim sisteminde, okuttuğunuz kitap sınavda çocuğa fayda sağlıyorsa tahammül edilebilir bir durumdur artık. Okullarımız okumayı pragmatist bir süreç olarak kurgulamaktadır. Okumanın soru çözmedeki pozitif etkisi üzerinden okur ikna edilmeye çalışılmaktadır. Okumanın iyiliğinden bahsetmek yerine faydasından söz eden bir sistemden gönüllü okur nasıl çıkar?  

“Bir insanı ahlâken eğitmeden sadece zihnen eğitmek topluma bir bela kazandırmak demektir”  diyen Theodore Roosvelt, ahlâki eğitim olmadan varılacak yerin felâket olduğunun altını çizmektedir. Unutmayalım ki bu gün dünyamızı kan gölüne çeviren insanların önemli bir kısmı hayatında hiç başarısız olmamış, okullarını birincilikle bitirmiş, prens-prenses muamelesi görmüş, yarı Yunan tanrısı muamelesiyle büyütülmüş insanlardan oluşmaktadır. 

Hz. Muhammed ilk olarak oku emriyle vahiyle tanışmıştır. O’nun okuma yazma bilmeyen bir ümmi olduğunu biliyoruz. Öyleyse ne okuyacak? Bu sorunun birçok cevabı vardır: 

  • Birincisi, benim okuduklarımı sen de tekrar et emridir.  

  • İkincisi, oku emrinin akabinde gelen yaratılış ile ilgili ayetlere bakarak yaratılışı düşün ve ibret al kısmıdır.  

  • Üçüncüsü ise oku emrini “anlat” diye anlamak da mümkündür. 

İkra/Alak1 süresinde eğitim öğretim sürecinin ayrılmaz birleşenleri zikredilmektedir: 

  • Öğretmen, Allah’tır. Rabbü’l-Alemin tüm bilgilerin kendinden neşet ettiği varlıktır. 

  • Öğrenci, insan ve Hz. Muhammed’dir. 

  • Araç-gereç: Kitap, kalem, defter 

  • Hedef: İnsana bilmediğini öğretmektir. 

Bu ayetler bilginin asıl kaynağının Allah olduğunu, ondan bağımsız bir bilişsel sürecin olamayacağını ifade etmektedir. Kontrolsüz ve Allahsız bir okuma, modern insanı “bilim kilisesi” diye yeni bir anlayışa teşne etmiştir. Bu tip insanlar bilimsel gerçekleri eleştiri süzgecinden geçirmeden kabul ederler. Tam bir teslimiyet içerisindedir. Dolayısıyla antropomorfik (insan biçimli) yeni Yunan tanrıları tabipler ve bilim adamlarıdır. Onlar öleceksiniz derse karalar bağlar, bir şeyiniz yok derse haylazlığın dibini buluruz.   

Bilimi eleştirmek, düşük sesle bile olsa acaba?” demek çağdışı, yobaz, gerici gibi ötekileştirici kavramlarla tanışmanıza sebeptir. Bu süreçte yaşanılan sekter ve seküler hayat din dışı alan kavramını da doğurmuştur. Böylece bilgi; dini bilgiler ve pozitif bilgiler diye kategorize edilmeye başlanmıştır. Müslüman açısından bu düalist yaklaşım kabul edilemez. O yaşadığı hayatı bir bütün olarak kabul eder. Çünkü onun hayatında din dışı diye bir alan yoktur. 

Dindarlık bir ceket midir ki gün içerisinde giyinelim, çıkaralım?  Kişi günah işlerken din dışına mı çıkabilmektedir ya da güzel bir manzara karşısında duyduğu derin taaccüp din dışı bir duyguyu mu imlemektedir? 

Halil Cibran’ın Ermiş kitabında anlattığı şu hikâye meramımızı daha güzel dile getirecektir: Bir gün bir adam bilge birisine gelir ona aşk, nefret, şiddet ve bunun gibi başka meselelerden sorar. Sonra da der ki “Hocam şimdi de bana dini anlat.” Bilge kişi şaşkın bir şekilde şöyle cevap verir: “A kuzum! Saatlerdir sana ben ne anlattım ki zaten! 

Müslüman karşılaştığı bir bilgi ya da kaynak/kitapla ilgili bir bakış açısı oluşturmalıdır: 

  • Bilginin kaynağı Allah’tır. O yüzden Müslüman bilgiyi ayrıştırmaz. 

  • Allah’ı gerçekten tanıyan ve bilenler ancak ilim sahipleridir. (Bkz: Fatır,28) 

  • Müslüman bilgi edinme sürecini Allah’ı hesaba katarak, O’nun adını anarak yapmaya çalışır. (Bkz: Alak,1) 

  • İlim sahipleri peygamberlerin mirasçıları olacak kadar önemli bir misyonla görevlendirilmiştir. (Alimler, peygamberlerin varisleridir) 

  • İslam, cinsiyetçi bilgi anlayışına karşıdır. (“İlim tahsil etmek kadın ve erkek tüm Müslümanlara farzdır” Hadis) 

  • İslam; alimin uykusunu, cahilin ibadetinden daha hayırlı kabul eder. 

  • İslam’a göre bilginin yurdu yoktur. Evrensel okumalara açıktır. (“İlim Çin’de de olsa talep ediniz.” Hadis) 

  • Bilgi karşısında mutlak bir teslimiyet içerisinde değildir. Kendisine bir bilgi ya da haber ulaşırsa bu bilginin kaynağını ve niyetini sorgular, öyle kabul eder.(Hucurat, 6) 

Müslüman bir bilgi kendisine ulaştığında ya da bir kitap okuma programı yaptığında Sokrates’in üçlü filtresini devreye sokmalıdır. 

  • Gerçeklik filtresi :Bu bilgi gerçek mi? 

  • İyilik Filtresi  :Bu bilgi iyi bir bilgi mi? 

  • Faydalı olma filtresi:Bu bilginin kişiye ya da topluma faydası var mı? 

Cevaplar olumsuzsa o bilgiden de, o kaynaktan/kitaptan da uzak durur. 

 

Sevgili okur! 

Bilmek, sorumluluğumuzu artırır. Bilgisiyle amil olmayan hamal olur. Alim ile bilgin arasındaki fark da budur. Alim amel eder, bilgin onu bilmenin hazzını yaşar. Okumak da böyledir. Okuduğun metin ruhunda, bedeninde ve hayatında olumlu bir değişimin sebebi değilse boşuna bir uğraştır.