TÜRKİYE MİLLİ EĞİTİMİNDE HEDEF PROBLEMİ ÜZERİNE BİR DENEME « Yazarlarımızın Yazıları
TÜRKİYE MİLLİ EĞİTİMİNDE HEDEF PROBLEMİ ÜZERİNE BİR DENEME

TÜRKİYE MİLLİ EĞİTİMİNDE HEDEF PROBLEMİ ÜZERİNE BİR DENEME

Yazar: Mehmet Çelik
19 Eylül 2017
1480

TÜRKİYE MİLLİ EĞİTİMİNDE HEDEF PROBLEMİ ÜZERİNE BİR DENEME

2017 -2018 Eğitim Öğretim yılında Türkiye’de yaklaşık 17 milyon öğrenci ders başı yaptı.

Bu rakam dünyadaki bir çok devletin nüfusundan fazla. Bu durum aynı zamanda ülkemiz adına gelecek konusunda çok umut verici bir gelişme. Genç ve okuyan bir nesile sahibiz.

 Ülkemizin yıllık kitap yayınlama rakamları da geçmiş yıllara göre hayli ileri seviyede, ancak okuldaki ders müfredatı programı içerisindeki kitaplardan farklı olarak okunan eserlere baktığımızda elde edilen rakamlar hiçte mutlu edici değil. Bu arada Milli Eğitim Bakanlığının yüz temel eserin okunması ile ilgili kampanyası da takdire şayan bir çalışmadır. Fakat aynı zamanda üzücü bir durumun da yansıması. Zira bu eserler okunmuş olsa bu tür kampanyalara  gerek kalmazdı.

Eğitim öğretim dönemi içerisin de yapılan bir çok teşvik edici program ve projelere karşın istenilen sonuca götürecek adımların atılamadığı görülmektedir.

Başta iletişim araçlarının yaygınlaşması ve çeşitlenmesi olmak üzere bir çok neden buradaki başarısızlığın altında yatan sebepler olarak gösterilmektedir.

Daha da kaygı verici olanı ise, toplumun bundan çokta şikayetçi olmadığıdır. Aksi olsa idi yani şikayetçi olsa idi çözüm bulmak için girişimlere başlardı.

İşte tamda bu noktada hem eğitim camiasını hem de toplumu harekete geçirecek bir “hedef merkezli yönlendirici”ye  ihtiyaç duyulmaktadır.

Türkiye 1923 den itibaren resmen ve bir program dahilinde her anlamıyla  ile yönünü batıya çevirmenin getirdiği bir ‘defokto’ durum ile bugünlere kadar artısı ve eksisi ile geldi. Ancak kanatim odur ki, artık  bu ‘defokto’ durumdan kurtulmak istiyoruz.

Fakat gerek içeride gerekse dışarıdaki fiili durumdan dolayı, kesin bir şekilde hedef belirleyip o hedefe doğru gitme konusunda maalesef kararsız kalıyoruz.

Bu” kararsızlık” durumu hem eğitilenleri hem de eğitenleri ne yapacağını bilmez bir konuma sokuyor. Bilinmezlik durumu ise ya ‘işi baştan savma’ şekline dönüştürüyor ya da toplumun değerlerine aykırı tiplerin yetişmesine zemin hazırlayacak birilerini daha da cesaretlendiriyor.

Türkiye, gelecek yüz yılı da kapsayacak tarzda bir “kızıl elma” yı ortaya koymalı ve derhal bunu uygulamaya hazır hale getirmelidir.

%99’nun Müslüman olduğu bilinen ülkemde “kızıl elma” nın İslam’dan aykırı bir ülkü olması düşünülemez.

Diyanet, ilahiyat fakülteleri, yök, meb gibi kurumlar başta olmak üzere ülkemizdeki tüm yönetici erklerimiz; geleceğimizi hazırlarken düşünce dünyamızı “Misak-ı Milli ‘ sınırlarının dışına çıkarmayı en başta kabul edip; “dünyada barış istiyorsan evinde Müslüman’ca yaşa” düsturu ile hareket etmelidir. Aksi halde geçmişin düşünce çöplüğüne atılmış fikir kırıntıları ile uğraşmaya ve geçmişte yaşmaya devam ederiz. Ve bu da düşmanlarımızın istediği ve hep isteyeceği bir durumdur.

Kararda uygulamada bizim elimizdedir.