İki Ömer’den Biri Olmak « Yazarlarımızın Yazıları
İki Ömer’den Biri Olmak

İki Ömer’den Biri Olmak

Yazar: Halil Kendir
11 Temmuz 2019
10872

Allah’ın (cc) âlemlere rahmet olarak gönderdiği Habibi’ne (sav) iman edip de O’nu göremeyen; O’nun dizinin dibinde oturup sohbetini dinleyebilme, mübarek yüzlerine bakabilme imkânı bulamayan bir müslümanın, Nurullah Genç üstadın Yağmur Kasidesi’nde dile getirdiği şöyle bir hasretle yanıp tutuşmaması mümkün müdür?

 

Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım

Dokunduğun küçük bir nakış da ben olsaydım

Sana sırılsıklam bir bakış da ben olsaydım

Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım

Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım

Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım

Senin için görülen bir düş de ben olsaydım

Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım

Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım

Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım

Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın

Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım...

 

Böyle bir hasretin yanında bir de O’nunla aynı mecliste oturabilenlerin, O’nunla omuz omuza mücadele edip, birlikte yol yürüyebilenlerin; Kur’an’ı bizzat O’nun dilinden öğrenip, İslâm’ı O’ndan görüp yaşayanların; aynı kaptan yemek yiyip, aynı kâseden su içebilenlerin… yaşadıkları bir mutluluk var ki, işte daha sonra gelen bütün müslümanların özendiği, gıpta ettiği ve onlardan biri olabilmeyi arzuladığı bu talihli kişilere “sahabe” yani Peygamber’in (sav) arkadaşları diyoruz.

Ancak!... Sahabe olabilmenin sırrı, Hz. Peygamber (sav) ile aynı dönemde yaşamak, O’nu görebilmek, O’nunla aynı mekânı paylaşmak, birlikte oturmak, konuşup sohbet etmekte mi saklıydı? Bu açıdan bakıldığında Hz. Peygamber’e iman edip yoluna baş koyanların öncüleri olan Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz. Bilal Habeşi, Hz. Musab bin Umeyr, Hz. Yasir, Hz. Sümeyye… ile O’nu inkâr edip düşmanlığın en şiddetlisini sergileyen Ebu Cehil, Ebu Leheb, Ümeyye bin Halef… arasında hiçbir fark yoktur. Hepsi de Hz. Peygamber ile aynı dönemde yaşamışlar, aynı sokakları adımlamışlar, aynı meclislerde oturmuşlar ve aynı tebliğe muhatap olmuşlardı. Ama bütün bunlar, onların iki ayrı yolun yolcuları olmalarına engel olmamıştı. Çünkü “sahabe” olmanın ölçüsü başkaydı.

Bu ölçü, Hz. Peygamber’in tebliğ ettiklerinin, Yüce Allah’tan olduğunu bilip anladıktan sonra (ki akıl sahibi herkes bunu anlıyordu) hiçbir hesap yapmadan; sahip olduğu makamı, konumu, serveti, menfaatleri kaybetme endişesine düşmeden; başına gelebilecek hiçbir ezadan, cefadan, işkenceden çekinmeden bu hakikate teslim olup iman etmek ve bu uğurda canı dahil her şeyini fedâ edebilmektir. İşte sahabe bunu yapmış veya başka bir ifadeyle böyle sahabe olmuştur. Hakikati görüp anladıktan sonra, farklı hesapların içine girenler, dünyevî menfaatlerinden vazgeçemeyenler ise inkârlarında inat etmişler ve şeytanın yoldaşları olmuşlardır.

Ömer bin Hattab (Hz. Ömer) ile Amr bin Hişam, bu iki durumun sembolik bir örneğini oluşturuyor. Her ikisi de Mekke toplumunun güçlü şahsiyetleri ve her ikisi de İslâm’a ve Müslümanlara şiddetli bir düşmanlık sergiliyor. Efendimiz (sav) “Allah’ım! İslâm’ı bu iki Ömer’den (Arapça yazılışları her iki ismin bu şekilde telaffuzuna müsaittir) biriyle güçlendir” diye dua ediyor. Ömer bin Hattab, Kur’an’ın Allah’tan geldiğini anlayınca hakikate teslim olup iman ediyor ve adalet timsali Hz. Ömer oluyor. Amr bin Hişam’ın ise Hz. Muhammed’in (sav) Allah’ın elçisi olduğunu bildiği halde, kabilecilik gayretiyle imana gelmiyor ve ümmetin firavunu Ebu Cehil oluyor. “İki Ömer’den biri olmak” seçeneği kıyamete kadar herkesin önünde duruyor.