İBN’ÜL VAKT’İN CORONA (COVİD-19) İLE İMTİHANI! « Yazarlarımızın Yazıları
İBN’ÜL VAKT’İN CORONA (COVİD-19) İLE İMTİHANI!

İBN’ÜL VAKT’İN CORONA (COVİD-19) İLE İMTİHANI!

27 Temmuz 2020
1171

 Müslüman, belli zamanların değil “her zamanın” insanıdır. Dolayısıyla sufilerin “ibn’ül vakt/zamanın çocuğu” olunması hassasiyeti de tam bu noktaya işaret etmektedir.

Zira ibn-ül vakt olan insan, yaşadığı çağa/zamana uyum sağladığı gibi, o zaman diliminde yapılması gerekenleri de, en iyi yapan ve kendini bununla mükellef hisseden insandır. Bu durum, “Müslüman olmamızın” bize yüklediği bir hassasiyet ve mükellefiyettir.

 Bu hassasiyet ve mükellefiyetin bir sonucu olarak Müslüman, bulunduğu zaman ve şartlar dairesinde ve öncelikle hayatının olmazsa olmazı bulunan ve yaratılış gayesi olan[1] ibadetlerini nasıl yapacağını gözden geçirir ve ona göre vaziyet alır.

Burada zikrettiğimiz “ibadet” kelime ve mefhumunu “dar manada” almıyorum. Daha açayım: İbadet derken meseleyi sadece belli şekillere oturtulmuş; Allah ve/veya Rasulü tarafından belli şekillerde bizlere emir ve tavsiye olarak sunulmuş ve belirli zamanlarda yapılan/belirli zamanlara tahsis edilmiş fiiller manasında kullanmıyorum. Amacım hayatın bütününe yansıyan, hayatın tamamını kuşatan ve kapsayan, yani artık hayatın kendisi olan fiillerdir. Zira bizler inanıyoruz ki Müslümanın hayatının her anı ve bu manada ölüm dahi[2] Allah içindir; Allah için olan şey ise elbette ibadetin bizatihi kendisidir. Biz buna “dini Allah’a has kılmak” da diyebiliriz.[3] Şunu da ekleyelim; Müslüman hayatı bu şekilde yaşadığında hayatının her anından dolayı “ibadet sevabı ve mükafatı” alacaktır

Ve yine biz Müslümanlar için ibadet anlayışı ve fiili ölüm bizi bizden alıncaya kadar devam edecek bir halet-i ruhiyedir![4]

Hayata böyle baktığımıza göre, hal-i hazırda yaşamakta olduğumuz “corona” ya da diğer bir ismiyle “covid 19” bizi nasıl etkileyecektir, nasıl etkilemelidir?

Evvel emirde şu hususun altını kalınca çizelim: Bu bizim için de genel manada insanlık için de bir imtihandır! Öyleyse Müslüman, her imtihan gibi bunu lehine çevirmeye ve ahiret yatırımı haline getirmeye gayret etmelidir. Bu manada Allah bizi farklı zaman ve şekillerde mallardan, canlardan eksiltmeyle ve hatta evlatlarımızla, eşlerimizle dahi imtihan edecektir.[5] Tüm bu imtihanları aşmanın iki yolu vardır: Sabretmek!

“Sabretmek” sadece ne olacağını/olayın sonucunu beklemek, hiçbir şey yapmadan işi oluruna bırakmak değildir, olmamalıdır elbette. Sabretmekten maksat, “o hususta yapılması gereken ne ise” onu, üstelik de en güzel şekilde yapmaktır.

Bu manada göstereceğimiz sabrın ferdi ve içtimai/sosyal boyutları vardır. Hep hatırda tutmak zorundayız: Dünyada tek başımıza yaşamıyoruz! İçinde yaşadığımız tabiata ve bu tabiatta birlikte yaşadığımız insanlara ve hatta börtü-böceğe karşı borcumuz ve yükümlülüklerimiz vardır. Öyleyse, öncelikle bu hususa ilişkin olarak, hekimlere ve hekimlerin tavsiyesiyle devlet ricali tarafından alınan kararlara, verilen talimatlara uymak bizim için bir vecibedir.[6] Bu karar ve talimatlar bazen karantinada kalmak, bazen maske kullanmak, bazen de fiziki mesafeyi korumak olabilir. Zira genel ve bilinen bir fıkıh kaidesidir ki, “hazik” (güvenilir ve işinin ehli) bir tabibin talimatı dairesinde, farz olan ibadetler dahi bir süreliğine veya daimi olarak askıya alınabilir. Meşhur “Hastalar Risalesi” isimli eserde de aynı hususlara temas edilmiştir.[7] Bu çerçevede bir Müslümanın “bana bir şey olmaz” ya da “ne olursa olsun” diyerek kendi nefsini heba etmesi ya da hafif tabiriyle tehlikeye atması doğru olmadığı gibi, kendisinin bu nadan ve umursamaz tavrı sebebiyle hastalık doğması veya artmasına sebebiyet vermesi de doğru değildir ve uhrevi manada da sorumluluğunu doğuracaktır. Zira her hususta bize yol gösteren ve tavsiyelerde bulunan Rabbim bu hususta da dikkatlerimizi çekmektedir: "Kim bir cana karşılık veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmak sebebiyle olmaksızın bir kimseyi öldürürse bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir kimseyi diriltirse (ölümden kurtarırsa) bütün insanları diriltmiş gibi olur."[8] İnanan bir insanın böylesine hassas bir konuda, böylesine tehdit ve müjde ihtiva eden ayete karşı kayıtsız kalması, düşünülemez bile…

Bir Müslüman bu manada ferdi sorumluluklarını ifa etmek zorundadır, başka bir seçeneği yoktur. Zaten ferdi sorumluluklarını ifa ettiği zaman, içtimai/sosyal/toplumsal sorumlulukları da kendiliğinden gerçekleşmiş olacaktır.

Bu sebeple belki de özellikle biz inanan ve hayatını ibadet ruhu ve hazzıyla yaşamak isteyen insanlara daha fazla hassas davranma sorumluluğu düşmektedir. İşte “sabır” dediğimiz mefhum tam da burada kendini göstermekte ve hakiki manasıyla yaşanmayı gerekli kılmaktadır.  

 

Yazıyı Sesli Dinleyebilirsiniz.

 

[1] “Ben insanları ve cinleri yalnız bana ibadet etsinler için yarattım” (Zariyat Suresi, 51/ 6. Ayet)

[2] “De ki: ‘Benim namazım, ibadetlerim, yaşamam ve ölümüm hep alemlerin Rabbi olan Allah içindir.’ “ En’am Suresi, 6/162. Ayet

[3] “Ancak tevbe edip durumlarını düzelten, Allah'a sarılan ve dinlerini Allah için halis kılanlar müstesnadırlar. Bunlar mü'minlerle birliktedirler. Allah mü'minlere büyük bir ecir verecektir.”

[4] “Ve sana yakin (ölüm) gelinceye kadar Rabbine kulluk et!” Hicr Suresi, 15/99. Ayet

[5] Bu konu ile ilgili olarak özellikle Bakara Suresi, 2/155 ve 156. Ayete, 214. Ayete; Âl-i İmran Suresi, 3/186. Ayete; Enfâl Suresi, 8/28. Ayete bakılabilir. 

[6] Bu tabiri “vacip” manasında kullanıyorum. Yani gereklilik, kurallara uymak zorunluluğu manasında…

[7] “Ey derdine derman arayan hasta! Şâfî-i Hakîm-i Zülcelal, küre-i arz olan  büyük eczahanesinde, (…) Her derde bir derman halketmiştir. Tedavi için ilâçları almak, kullanmak meşrudur. Fakat tesiri ve şifayı, Cenab-ı Hak'tan bilmek gerektir. Dermanı o verdiği gibi, şifayı da o veriyor. Hâzık mütedeyyin hekimlerin tavsiyelerini tutmak, ehemmiyetli bir ilâçtır. (Bediüzzaman/Lemalar)

[8] Maide Suresi, 5/32. ayet