EMANET, EHLİYET VE LİYAKAT « Yazarlarımızın Yazıları
EMANET, EHLİYET VE LİYAKAT

EMANET, EHLİYET VE LİYAKAT

22 Haziran 2019
2774

 Türk Dil Kurumu’nda “birine geçici olarak bırakılan ve teslim alınan kişice korunması gereken eşya, kimse vb.”1  anlamına gelen “emanet” kelimesi; Arapça’da “güvenmek, korku ve endişeden emin olmak” manasındaki “emn” masdarından türemiş olan emanet kelimesi hıyanetin karşıt anlamlısı olarak isim şeklinde kullanıldığı gibi “güvenilir olmak” anlamında masdar şeklinde de kullanılır. Ayrıca “güvenilen bir kimseye koruması için geçici olarak tevdi edilen şey” manasına da gelmekte olup kelimenin bu son kullanılışı daha yaygındır.2  Kerim Kitabımız Kur’an’da, emanet kelimesi iki ayette tekil, dört ayette çoğul şekliyle geçmekte, aynı kökten gelen değişik fiil ve isim kalıpları da Kur’an’da yer almaktadır.  

Gerek sözlüklerde ve gerekse emanet kelimesinin geçtiği ayetlerin tefsir ve yorumu münasebetiyle bu kavramın terim anlamı konusunda farklı görüşlere yer verilmiştir. Bakara süresinde zikredilen, “Kendisine emanet bırakılmış olan kimse nezdindeki emaneti iade etsin”4 ifadesi ve diğer bazı ayetlerde zikredilen emanet kavramı, “bir kimseye koruması için bırakılan mal ve eşya” şeklindeki günlük dilde kastedilen dar anlamı yanında, insanın sahip olduğu ve kendisine geçici olarak verilmiş bulunan ruhî, bedenî, malî imkânları da kapsamaktadır. Özellikle, “Biz emaneti göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, sorumluluğundan korktular; nihayet onu insan yüklendi”5 mealindeki ayet hakkında çeşitli tefsirler, yorumlar yapılmış ve buradaki emanetin “ruhî ve bedenî kabiliyetler, marifetullah, dini vecibeler, okuma yazma” gibi anlamlara geldiği ileri sürülmüştür. İbn Cerir et-Taberi bu ayetteki emanetin Allah’ın kullarına gönderdiği hak din, bu dinin yüklediği vecibe ve hükümler olduğunu ifade eden birçok rivayet naklettikten sonra ayetteki emanetle hem dini vecibe ve yükümlülüklerin hem de insanlar arasındaki emanetlerin, yani bütün emanet çeşitlerinin kastedildiğini belirten görüşün en isabetli yorum olduğunu ifade etmiştir.Zemahşeri ve Fahreddin er-Râzî gibi bazı müfessirler buradaki emanetin “yükümlülük” (teklif) anlamına geldiğini ileri sürmektedirler. Çünkü onlara göre birini yükümlü kılmak demek ondan kendi tabiatına aykırı davranmasını istemek demektir. Ayette göklerin, yerin ve dağların kabul etmediği emanet budur. Zira insan dışındaki varlık türleri ne amaçla yaratıldılarsa o doğrultuda hareket etmek durumundadırlar, kendi tabiatlarına aykırı davranamazlar. Hatta meleklerin ibadetleri bile bir yükümlülük sonucu olmayıp insandaki yeme içme gibi kendi tabiatlarının bir gereğidir.7   Bu şekilde ilk dönem müfessirlerinden itibaren birçok âlim söz konusu ayetteki emaneti, âlemde kendi biyolojik tabiatına aykırı işler yapabilen yegâne varlık durumundaki insana yöneltilmiş yükümlülükler yahut ona yükümlülük taşıma özelliği kazandıran akıl anlamında yorumlamıştır. 

Emanet, özel anlamda yönetim ve idari görevlerle ilgili bir kavramdır. Nitekim bu bağlamda Nisa suresindeki ayeti celile bu tür emanete, sorumluluğa işaret etmektedir. "(Ey Müminler) Allah size (görev, yetki ve sorumluluk gibi tüm) emanetleri ehline teslim ve tevdi etmenizi, insanlar arasında (ortaya çıkan herhangi bir ihtilafı çözüme kavuşturmak üzere) hakemlik yaptığınız zaman da adalet ve hakkaniyetle hüküm vermenizi emreder. Bakın, Allah size ne güzel öğüt veriyor! Hiç kuşkusuz Allah her şeyi işitendir, bilendir”8  mealindeki ayette ahlâkla hukukun en geniş kapsamlı ilkelerinden olan emanet ve adalet kavramları bir arada zikredilmiştir. Bu ayet müfessirlerce din ve şeriatı bütünüyle kapsayan, temel hükümleri ortaya koyan bir ayet olarak değerlendirilmiştir. Taberi’ye göre ayet, özellikle devlet adamlarının hem emanet hem de adalet ehli olmalarını gerekli kılmıştır. Emanet ehli olmaları, ülke imkânlarını halka haksızlık yapmadan paylaştırmalarıyla, adalet ehli olmaları da bütün kararlarında hukuka riayet etmeleriyle gerçekleşir.9 İslam âlimleri genel olarak bu ayetin iş başında bulunan idareciler hakkında indirildiği kanaatindedirler.  Çünkü her işi ehline tevdi etmek ve adâletle hükmetmek, öncelikle onların görevidir. Ancak bugün seçimle iş başına gelen/getirilen yöneticileri seçme şansına sahip toplumlarda/ülkemizde bu sorumluluk, seçme imkânına sahip herkese râcidir. Çünkü seçmek de emanete ehil aramak demektir. Ayette emanetin ehline verilmesinin ilahi bir emir oluşundan sonra adâletin emredilmesi, âdil olmak için önce emin olmak gerektiğine işarettir. Emin olmak emanete ehil olmakla eşdeğerdir. Emaneti bilen, onu ehline verir/ehlini seçer işbaşına getirir. Dünyanın düzeni, emanetlerin ehline verilmesiyle/ehliyet ve liyakat sahibi olanların seçilmesi ve işbaşına getirilmesiyle payidar olabilecektir.  

Emanetle ilgili diğer bir ayette Yüce Allah: “Ey iman edenler! Allah’a ve Peygambere hainlik etmeyin. Sonra bile bile kendi emanetinize hainlik etmiş olursunuz.”10 Buyurmuştur. Hıyanet, emanete riayet etmemek, genellikle sahibinin bilgisi dışında hak yemek, hukuku çiğnemek, ödev ve görevi hakkıyla yapmamaktır. Allah’a karşı kulluk ödevlerini yapmayanlar O’nun hakkını çiğnemiş, kullarına emanet ettiği yükümlülüklere hıyanet etmiş olurlar. Resul, aynı zamanda ilk İslâm toplumunun lideri ve devletinin başkanıdır. Onu hakkıyla desteklemeyenler, devlet sırlarını yabancılara açanlar, şahsî menfaatlerini ümmetin menfaatine tercih edenler de ona hıyanet etmiş sayılırlar. İnsanlar arasında güvene dayalı alışveriş ve diğer ilişkilerde güveni kötüye kullananlar, başkalarının bilmeme ve görmemelerinden yararlanarak haklarını çiğneyenler de hemcinslerine hıyanet etmiş olurlar. Hıyanet bir ahlâkî kusurdur, ayıptır, yerine göre günahtır ve İslâm’da şiddetle yasaklanmıştır. 

Yahudilerden Kurayzaoğulları hicretin ilk yıllarında yapılan saldırmazlık ve dayanışma antlaşmasını bozmuş, Müslümanları arkadan vurmaya kalkışmışlardı. Peygamberimiz onların kalesini kuşatıp sıkıştırınca anlaşma istediler, fakat “Senin hükmüne razı olmayız, Sa‘d b. Muâz’ı hakem tayin ediyoruz” dediler. Müslümanları temsilen görüşmeye giden Ebû Lübâbe’nin bazı Yahudilerle menfaat ilişkisi ve orada bir kısım aile fertleri vardı; bu sebeple onlara, yanlış adamı hakem seçtiklerini söyledi, boğazını kesme işareti yaparak bunun kendilerini ölüme götüreceğini ifade etti. Sonra da bu yaptığını Müslümanlara hıyanet sayarak pişman oldu, kendini mescidin direğine bağladı ve bağışlanmasına kadar açlık grevi yapacağını söyledi. Dokuz gün bağlı ve aç yaşadı. Sonra Hz. Peygamber onun bağışlandığını açıkladı, elleriyle çözdü. O da kefaret olsun diye bütün malını dağıtmak istedi, Resûlullah ’ın tavsiyesi üzerine bunu üçte bire indirdi. Açıklanan ayetin bu olay üzerine nazil olduğuna dair rivayetler vardır.11   

Nitekim Efendimiz (sav)’e, kıyametin ne zaman kopacağını soran birine: “Emanet zayi edildiği zaman”  cevabınım verdi. Ardından o kimse “Emanet nasıl zayi olur” diye sorması üzerine ise: “Emanet ehil olmayan kimseye verildiği zaman kıyameti bekle!”12 buyurdu.   Emanetin ehil olmayan kimselere tevdi edilmesi/seçilerek göreve getirilmesi demek, bilgi ve liyakatine bakmadan insanlara yetki ve sorumluluk vermek demektir. Bilgisiz, liyakatsiz, -ehil insanlar üstlendikleri görevleri gereği gibi yürütemeyeceğinden işler çığırından çıkar. Bu da o işin, ya da o ülke ve bölgenin, o şehrin kıyameti demektir. Hadis-i şerifte zikredilen “kıyameti bekle” ifadesinde kastedilen öncelikle dünyanın sonu demek olan kıyamet ise de büyük kıyametin şartlarını hazırlayacak olan bu tür küçük kıyametlerdir. Konuya bu açıdan baktığımızda emanet ve kıyamet ilişkisi önem arzetmektedir. İşi ehline vermek; ya da her iş için ehil adamlar yetiştirmek ve yönetimi muktedir ve ehil insanlara vermek, işin doğrusu budur. Öyleyse liyakatin ölçüsü ne olacak? Söz bu noktaya gelince Mahir İz hocanın yıllar önce, gerek siyasi konularda, gerekse gündelik hayatta görev verilecek insanın özellikleri sorulduğunda verdiği cevap: “Bir iş için aradığınız adamda sırasıyla şu üç vasıf bulunmalı: 

1. İşini iyi bilen ve yapan (liyakat ve ehliyet sahibi), 

2. Doğru ve dürüst, 

3. İnançlı ve dindar”. 

Yanındakiler: Hocam inançlılığı ve dindarlığı birinci sırada bulunması gerekmez mi? Siz onu üçüncü sıraya bıraktınız. Mahir İz Hoca’nın cevabı çok arifane olur ve şu manidar cevabı verir: “Oğlum siz câmiye imam veya tekkeye şeyh arıyorsanız dediğiniz doğru. Ama işe adam arıyorsanız, doğrusu adamın önce işini bilmesidir. İşini bilmeyen bir doktor, beceriksiz bir avukat veya âciz bir siyasetçi inançlı ve dindar olsa, ama doğru ve dürüst olmasa ne faydası var? Öyleyse doğru sıralama budur” der.  

Peygamberan-ı Kiram'ın sıfatlarındandır Emanet. Peygamberler emindirler. Gerek din, gerekse dünya hususunda her türlü itimada şayandırlar. Peygamberler her hususta mutlaka doğruyu söylerler ve kendilerinden asla yalan sadır olmaz. Malûm olduğu üzere Resûl-i Ekrem (sav) kendisine vahiy gelmeden önce de; çevresinde doğruluğu ile maruftu. Herkes onun için "Muhammedü'l Emin" diyorlardı. İslâm'a düşmanlığı ile meşhur Ebû Cehil bile Resûl-i Ekrem (sav)'e hitaben “Biz sana yalancı demiyoruz. Çünkü senin ne kadar emin sadık olduğunu hepimiz biliyoruz”. 

Ehliyet ve liyakat, iş yapmaya uygunluk ve yararlılık durumudur. İş başına getirilen yahut seçilen yönetici/idareci, işi ile ilgili kabiliyetlere sahip olması gerekmektedir. Hz. Peygamberimiz (s.a.v) Ebu Zer (r.a)’le ilgili, “Şu gök kubbenin altında ve yeryüzünün üstünde Ebu Zer’den daha doğru sözlü kimse yoktur.”13 buyurmuştur. Ancak; Hz. Peygamber (s.a.v)’den idarecilik görevi isteyen Ebû Zer el-Gıfârî’ye, “Sen güçsüzsün; bu iş/idarecilik emanettir; emanet/idarecilik, üstesinden gelemeyen kimse için kıyamet gününde zillet ve perişanlık doğurur”14 buyurmuştur ve yönetici olma isteğini reddetmiştir. Yöneticiler/idareciler için adalet, ehliyet, liyakat, kabiliyet, bilgi, dürüstlük ve özellikle güvenirlilik olmazsa olmaz şartlardır. Bu bağlamda Hz. Yusuf (a.s) kıssasında, kralın yanına alacağı danışman için “…makam sahibi güvenilir”15, yine Hz. Yusuf (a.s)’un görev isterken “…iyi koruyucu/muhafaza edici ve bilgili bir kişiyim”16 demesi ve Hz. Şuayb (a.s)’ın kızının, Hz. Musa (a.s) için kullandığı “…güçlü ve güvenilir”17  ifadeleri, işin ehli ve liyakat sahibi olmalarını göstermekte ve ifade etmektedir. Kur’anı Kerim Hz. Davud (a.s), Hz. Süleyman (a.s), Hz. Yusuf (a.s)’ın iyi yönetici örneklerini anlattığı gibi, Firavun ve Nemrut gibi kötü yöneticileri de anlatır.  

Hâsılı, bu bilgilerden sonra demem odur ki; İstanbul’umuzu emanet edecek olduğumuz bir seçim arefesindeyiz. Seçilecek ve oy verilecek adaylarda iş bilirlik; yani ehliyet ve liyakati ilk şart görmek gerekir. Ondan sonra doğruluk ve dürüstlük gelir. Bunlardan biri başarıyı, diğeri güveni beraberinde getirir. Dindarlık ve inanç da önemli, ama ilk ikisi olmadan kişinin ancak kendisine faydalı olabileceği söz konusu olabilecektir, topluma ve halka değil! Bu bağlamda şunu da ilave etmek güzel olsa gerek, inançlı ve dindar insan genel anlamda emanet şartlarını taşıyan iyi bir kuldur. İş bilen ve doğru insan ise yönetim anlamındaki emanetin şartlarını taşıyan kimse demektir. 

Nisa Suresinin 58 nolu ayeti ve iniş sebebi ile yazımı noktalayayım. Peygamberimiz (s.a.v) Kâbe’nin anahtarını, Mekke'nin Fethi günü Osman b. Talha'dan istemiş; Kâbe açılarak içi putlardan temizlenmiş ve Peygamberimiz (s.a.v) Kâbe’nin içinde iki rekât namaz kılmış ve çıkmıştı. Peygamberimiz (s.a.v)'in amcası Hz. Abbas (r.a), Efendimizden Sidane/Hicabe görevinin Haşimoğullarına/kendisine verilmesini istemişti. Ancak; Efendimiz (s.a.v), bu görevi daha önce deruhte eden, ehliyet ve liyakat sahibi olan Osman b. Talha'ya görevine yine devam etmesi için Kâbe’nin anahtarını vermişti. Hz. Ömer (r.a)'in ben Allah'ın Resulü'nden daha önce duymadığım bir ayeti duydum demiş ve Allah Resulü (s.a.v) hemen oracıkta Kâbe’nin içinde inen ayeti okumuştu: "(Ey Müminler) Allah size (görev, yetki ve sorumluluk gibi tüm) emanetleri ehline teslim ve tevdi etmenizi, insanlar arasında (ortaya çıkan herhangi bir ihtilafı çözüme kavuşturmak üzere) hakemlik yaptığınız zaman da adalet ve hakkaniyetle hüküm vermenizi emreder. Bakın, Allah size ne güzel öğüt veriyor! Hiç kuşkusuz Allah her şeyi işitendir, bilendir.” (Nisa:4/58) Netice-i kelam, Efendimiz (s.a.v)'in görevi ehline, Osman b. Talhaya tevdi ettiği örnekliğinde olduğu gibi, bizim de, İstanbul Şehremaneti/Belediye Başkanlığı görevine kimin daha ehliyetli, emanet ve liyakat sahibi olduğunu, sözünde duran, nifak alameti taşımayan, sorumluluk sahibi olanı; akl-ı selimle karar vererek, sandıklara gidip oylarımızı kullanalım. Kalın sağlıcakla. Selam ve dua ile...

21.06.19 Saraçhane/İstanbul 

 

 

 

Kaynakça  

1- Tdk https://www.tdk.gov.tr/ 

2- Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredat, “emn” md.Lisânü’l-ʿArab, “emn” md. 

3- M. F. Abdülbaki el-Muʿcem, “emn” md. 

4- Bakara Suresi, Ayet 283. 

5- Ahzâb Suresi, Ayet 72. 

6- Camiʿu’l-Beyân, XII, 53-57. 

7- Keşşâf, III, 276-277; Mefâtîḥu’l-Ğayb, XXV, 234-237. 

8- Nisa Suresi, Ayet 58. 

9- Câmiʿu’l-Beyân, IV, 145-146. 

10- Enfal Suresi, Ayet27. 

11- Kurtubî, VII, 395; İbn Kesîr, III, 581. 

12- Buhâri, İlim, 2, Rikak, 35; İbn HanbelMüsned, II, 361. 

13- Tirmizimenakıbİbn Mace, sünnet 11. 

14- Müslim, “İmâre”, 16. 

15- Yusuf Suresi, Ayet 54. 

16- Yusuf Suresi, Ayet 55. 

17- Kasas Suresi, Ayet 26.