Dr. Leyla Şahin USTA (26. Dönem Ak Parti Konya Milletvekili) | Merhaba News

Dr. Leyla Şahin USTA (26. Dönem Ak Parti Konya Milletvekili)

                Leyla hanım, okurlarımız için sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Konyalıyım, babamın görevi gereği İstanbul’da doğdum. Tahsil hayatımı da İstanbul’da tamamladım. Doktor olmayı hedef olarak seçtiğim ve çok da sevdiğim için İmam-Hatip Lisesi mezunu olmama rağmen biraz daha çok çalışarak sosyal alanlı bir liseden fen dalında Üniversite sınavında Tıp Fakültesi’ne girmeyi başardım. Tıp Fakültesi çok zor olmasına rağmen çok severek ve çok keyif alarak okudum. Ta ki o kara gün ; 28 Şubat gününe kadar. Yasaklı günler 5. sınıfın ilk yarısında başlamıştı. Bütünlemesine dahi kalmadığım okulumun, artık kapısının dışında kalmıştım, bırakılmıştım…

İlk yasaklı yıllar 1997 yılında başladı ve hayatım o yıllar da tamamen değişti. Yine hiçbir yasak beni hedefimden vazgeçiremedi. Başörtüm yüzünden bitiremediğim eğitimime dilini dahi bilmediğim Viyana Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde en baştan başlayarak devam ettim.

1993 yılında başladığım eğitim hayatım yasaklara rağmen 2003 yılında Tıp Doktoru olarak mezuniyetle son buldu. Yasaklarla, engellerle 8 yıllık bir Avrupa tecrübesi edindim. Kendimi ve farklı yönlerimi keşfetmeme ve bunları özellikle sivil toplum çalışmalarıyla gerçek yaşamda deneyime dönüştürme imkanı buldum.2015 yılı başlarına kadar da hekim olarak aktif çalışmaktaydım. Şuan 26. Dönem AK Parti Konya Milletvekiliyim.

                28 Şubat sürecinde size göre en önemli kırılma noktası nelerdir?

En önemli kırılma noktası; birincisi, Askeri vesayet ile medya patronlarının yaptığı işbirliği ile yapılan post-modern darbedir. Darbedir, çünkü; normal hiçbir sürecin işlemediği bir dönemdir. Ekonomik hayattan sosyal hayata kadar her alanda anormal şartların hüküm sürdüğü, adaletin ve yargının rafa kalktığı darbe dönemidir. İkincisi, Toplumu ayrıştırmak için “başörtüsünün” kullanılmasıdır. İnsanların kılık kıyafetleri ile uğraşarak akıllarına, gönüllerine, hayatlarına müdahale edilmesidir. En kırıcı nokta ise paralellerin o zaman ki tutumlarıdır. Başörtüsü  teferruattır diyerek yasağa karşı oluşmuş birlikteliği bir anda böldüler ve bugünden geriye dönüp baktığımda uzun vadeli bir plan çerçevesinde bunu yaptıklarını görebiliyorum. Ve hiç acımadılar cemaatlerinin içindeki başörtülülere zorla başlarını açtırdılar. Zalimin zulmüne ortak oldular.

 

Başörtüden türbana giden değişimin seyri size göre nasıl oldu ve sonucu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz kendimiz baktığımızda böyle bir değişim görmüyorum. 1998’de yani 28 Şubat döneminde “Türban” yasak diye bir algı operasyonu yapıldı. Sanki başörtüsü geleneğimizdenmiş,  Türban ise siyasal bir sembolmuş gibi anlatıldı. Türban dedikleri başörtülü kadınların kamusal ve sosyal alanda görünür olmaları idi. Başka hiçbir değişim yoktu. Kadınlarda başörtüleri ile varlıklarını gösterince buna engel olmak için çıkarılmış tamamen kavram karmaşası ile insanları ayrıştırma ve toplum mühendisliği çalışması idi. Sonucu uzun bir mücadele gerektirmiş ama başörtüsünün, başörtüsü olarak kalması başarılmıştır bence.

 

Tesettür ve örtünme sizce ne anlama geliyor?

Tesettür ve örtünme bence inançtır, imandır. Başka bir anlam ile tesettür ve örtünme bağdaştırılamaz.

 

Dergimizin konusu “Tesettür ve Mahremiyet”. Geleneksel örtünme ile kent kültürünün getirdiği örtünme karşısında ne gibi farklar var ve siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

İster geleneksel olsun ister kent kültürü olsun temelde inanç, iman esaslı bir mahremiyetin korunması vardır. Kime, nerede yaşıyor olursa olsun tesettürlü ise ve sorarsanız bunu ancak Allah rızası için yapıyorum der. Bir kere ortak noktamız budur. İnandığımız gibi yaşamak ve Allah’ın rızasını kazanmak geleneksel ve kent kültürü arasında farklılıkların olması çok normal ve olmalı da. Kıyafetiniz çalıştığınız, yaşadığınız ortama, iklime göre farklılık gösterir. Benim dikkatimi çeken  husus, iki kültür arasındaki farklılık değil, tam tersine kent kültüründeki gördüğü her şeyi tesettür ile bağdaştırma çabaları ortaya ilginç görüntüler ve tesettürün anlamını kaybetmesine neden oluyor.

 

Genç kızlarımızın başörtü ve giyim konusundaki tarzlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tesettürün doğasına aykırı olmadığı sürece, yani çok dar, çok abartılı , çok dikkat çekici, dönüp herkesin kendisine bakmasına neden olmayacak şekildeki rahat, tarz olabilecek kıyafetleri gençlerin hoşuna gidiyor. Ancak bütüne baktığımızda bu nasıl tesettürdür diyeceğimiz, anlam veremediğimiz, aşırı makyajlı, aşırı uyaranlı renkler ve stiller hoşuma gitmiyor. Yani tesettür ayakkabıdan eşarbınıza kadar bir bütün halinde üzerinizde durmalı. Bir yerinde farklılık olsun diye aşırılıkları sevmiyorum.

Tesettür ve mahremiyet konusunda bir sınır var mı? Varsa model ne olmalı?

Sınır elbette var; Kur’ân ve sünnet.

Model ne olmalı? Bence herkesin modeli farklıdır. Tek tip bir model gösterip herkesi ona uydurmak mümkün değildir. Ancak Peygamber Efendimiz (s.a.v)’in  eşlerinin ve kızlarının ölçütleri bizim için model olmalı. Model derken modernlik anlamındaki bir modellikten bahsetmiyorum. Tabi ki bu örnek insanların hayatlarını ve yaşamlarındaki incelikleri bilmek gerekir. Sadece kumaşlardan yapılmış bir modellik değildir. Bunları bilirsek kendimize has bir model çıkarabiliriz ve doğrusu da budur. İçi boş modeller değil dolu dolu yüklü ve yaşayan modeller bulmalıyız.

 

Moda, İslami moda ve tesettür defilesi konularında neler düşünüyorsunuz?

İslami moda ve tesettür defilesi, bunlar modernitenin bizlere sunduğu kavramlar. Bunları kavram olmaktan çıkartıp az önce değindiğim gibi içleri dolu olarak yaşayan modeller şeklinde sunarak gençlerimizin tesettürden ne anlamaları gerektiğini de yaşayarak öğretebiliriz. Bence moda ve tesettür bir arada olur ancak, tesettürü sadece örtünmek olarak anlamadan, oturmamız, kalkmamız, gülmemiz, konuşmamız, tavrımız ve halimiz ile bir bütün haline getirirsek giydiğimiz kıyafetimiz de bunlardan etkilenecektir. Yani modamız ve tesettürümüz kendimizi yansıtmalı. Önce kendimizi geliştirmeliyiz ki her yönden geliştirmekten bahsediyorum. Hem ilmi yönden hem imani yönden. O zaman moda ve tesettür arasındaki dengeyi kurmuş oluruz.

 

Dünya’dan örnekler var mı?

Tesettür defilesi bildiğim kadarıyla Türkiye’de farklı firmalar tarafından yapılıyor. Ama gitmedim. Dünya’da da var mı bilmiyorum. Çünkü; benim için ölçü bellidir. Moda ve defileler şöyledir böyledir diye ölçümün dışına çıkmam, kendimi rahat hissetmem. Kumaşlar açısından belki bu defileler faydalı olabilir. Yeni kumaşları tanımak ve bilmek için profesyonel bu işle uğraşanlar için önemli olabilir. Ama ben kendi tercihim ne ise onu öyle giymeyi ve taşımayı severim. Terzimi veya satış elemanını ben yönlendiririm.

 

Bir de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvuru süreciniz var. AİHM, geçmişte Türkiye’de uygulanan başörtüsü yasağı konusunda ilk olarak sizin başvurunuz üzerine karar verdi ve özetle; başörtüsü yasağının bir insan hakkı ihlâli olmadığını ve Türkiye’ye özgü şartlar altında uygulanabileceğine hükmetti. Din ve inanç özgürlüğünü, insan hak ve özgürlüklerini dilinden düşürmeyen Avrupa’nın ve AİHM’nin bu kararı ne anlama geliyordu?

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) süreci uzun ve farklı bir konu. Böyle bir karar beklemiyordum. Avrupa’da başörtülü okurken Türkiye’ye özgü bir karar almasını anlamakta güçlük çektim ve çekiyorum. Onlar için Türkiye’de başörtüsü yasağı bir İnsan Hakkı ihlali değildi. Sorunu kendi içinizde çözün diyerek  eğitim hakkı ihlâlini hiç değerlendirmediler bile.

Avrupa’nın başörtüsü konusundaki tavrını bırakın, son günlerde yaşadığımız çok acı olaylar var; Mültecilerin yaşam hakkını dahi tanımayacak kadar çifte standartları var maalesef. Avrupa kapılarında 2015’te Nazi Almanyası’nda yaşanan çok acı olaylar yaşanıyor ve sessizce izliyorlar. Toplanıyorlar ama uzlaşarak bir karar alamadan dağılıyorlar. İnsanlar, masum çocuklar, bebekler, kadınlar ve erkekler denizlerde, okyanuslarda boğuluyorlar, hayatlarını kaybediyorlar. Ufacık Alyan’ın bedenini koskoca Dünya’ya sığdıramadık diyemiyorlar.

Bencilliğin ve egoizmin ön plana çıktığı, insanlık için bir şey yapmak değil ,kendi insanlarından bile korkan ve acizliğini ortaya koymaktan çekinmeyen idari bir yapı var Avrupa’da. Bizler öyle değiliz çok şükür. İnsana insan olduğu için değer verebilen, ırk, din, dil ayrımı yapmayan, kardeşliği, birlik ve beraberliği her şeyden önde tutan sağduyulu bir toplumuz.

 

Son olarak neler söylemek istersiniz?

Son olarak hayata dar bir açıdan bakmadan ufkunuzu ve ideallerinizi sağlam ve geniş tutun. Örnek insanlar olarak bu ülkeye ve vatanımıza nasıl faydalı olabilirim bunun için kafa yorun ve çalışın.

Sorumluluklarınızın bilincinde olarak yaşayın. Bu sorumluluk duygusu bir kere kazanıldı mı ömür boyu insanın en yakın arkadaşı ve dostu olur. Her iş de  ve hayatınızda başarının sırrı olur bence. Belki başkalarına göre çok yorulursunuz ama çok mutlu olursunuz…

TEŞEKKÜRLER…

 

RÖPORTAJ: Şule ÇELİK

Kayıt Ol



Üye Girişi