Ahmet TAŞGETİREN (Yazar ve gazeteci) | Merhaba News

Ahmet TAŞGETİREN (Yazar ve gazeteci)

Günümüzde Müslümanların en büyük sorunu nelerdir?

Müslümanların en büyük sorunu Müslüman olmak, yani İslam’ın doğru anlaşılması ve hayatımızın ona göre tanzim edilmesi meselesidir. Yani zihniyet planında İslam’ı doğru anlamak ve hayatımıza yansıtmak, hayatımızı o ölçüler üzerinde kurmak… İşte burada problem yaşıyoruz. Zzihniyet planında dediğim iki şey; birincisi “İslam bizim neyimiz olur?” sorusunun cevabını doğru vermemiz gerekiyor. İkincisi “İslam’ın kapsama alanı”nı doğru kavramamız gerekiyor.

İslam bizim neyimiz olur? sorusunun cevabına baktığımızda bizim hayatımızın anlamıdır. Rabbimizin bize bildirdiği ebedi yol haritasıdır, hayatımızın olmazsa olmazıdır İslam. İslam olmazsa insan olmaz diye düşünüyorum ben. İnsanın insanlığını dokuyacak olan ölçüler bütününün adıdır İslam. Bu yüzden insan, İslam’ı bu ciddiyetiyle anlayıp kavramak durumundadır. Kapsama alanı dediğimizde de İslam’ın hayatın bütün alanlarını kapsayan bir değerler manzumesi olduğunu ifade etmek lazım; yani İslam, insan hayatındaki  herhangi bir alanı ihmal etmiyor. Bu iki alanda problemleri var Müslümanların. Eğer bu iki alandaki problemler çözülebilmiş olsa Müslümanların başka alanlardaki eksikliklerini de kapatabilecek bir zihni duyarlılık verir onlara diye düşünüyorum ben.

Hocam bahsettiğiniz problemler nasıl çözülebilir, neler yapılmalıdır çözülebilmesi için?

Burada sanki İslam’ı yeniden heceliyormuş gibi yeniden amentü diyormuş gibi, yeniden kelime-i şehadet getiriyormuş gibi bir hassasiyetle İslam’la buluşmak lazım. İslam’ı bu anlamda önemsemek lazım. Yani İslam benim hayatımın anlamı ise, İslam olmazsa benim hayatımın anlamı azalacak ise o zaman hayatımı anlamlı kılmak için İslam’la yeniden buluşmak gerekir. Buna Kur’ân-ı Kerim’de İslam’ın kalplere nüfuz etmesi deniyor. İnsan, İslam dairesine girdikten sonra bir yeni yolculuk başlıyor. Kelime-i Şehadet getiriyorsunuz, İslam dairesine giriyorsunuz. Ondan sonra yeni bir yolculuk başlıyor. Kişiliğinizin bütün dokularına İslam’ın, imanın nüfüz etmesi süreci… Bunun için kendimize emek vermemiz lazım. Yani bütün dokularımızın Müslüman hale gelmesine emek vermemiz lazım. Resulullah Efendimiz (s.a.v)’in öncülüğü gerçek bir öncülük olmalı bizim için. Sahabe-i Kiram hakkında, Resulullah Efendimiz (s.a.v) diyor ki; “Onlar yıldızlar gibidir, hangisine tabi olsanız sizi doğru yola götürür.’’  Onlara benzemeliyiz, Hz. EbuBekir’e, Hz. Ömer’e, kadınsak Hz. Aişe’ye, Hz. Fatıma’ya, Hz. Sümeyye’ye benzemeliyiz. Ahirette birbirimize çok yabancı “Ya Hz. Ebubekir ile bu falancı kişi ne?” dememeli kimse. “Bu da buna benziyor.’’ demeli diye düşünüyorum.

Hocam Sahabeler birer yıldızdır dediniz. Bundan dolayı da bir çok farklı fikirler meydana çıkmıştır. Müslümanlar arasında farklı fikirde olan cemaatler var, bunlar birbirlerini sürekli suçlamaktalar. “Bu cemaat sapıktır oraya gitmeyin” gibi. Maalesef böyle bir sorunumuzda va.Bu sorun nasıl çözülebilir?

Cemaatler, fırkalar, mezhebler … bunların hepsini aynı kategoriye koyma imkânı yok. Ölçü belli. Ölçü, Kur’ân-ı Kerim, ölçü Resulullah Efendimiz (s.a.v)’in hayatı, sözleri. Ölçüler bunlar. Bizim hem düşünce sistemimiz hem yaşadığımız hayatlar Kur’ân  ölçülerine, Peygamber (s.a.v) ölçülerine uyuyor mu? Uymuyor. Bu önemli, önce buna bakmak lazım. Eğer bu varsa, baktığınız insanların hayatı İslam’ın ana ölçüler çerçevesine uygunsa farklı birimler olmasını şahsen yadırganmaması gerektiğini düşünüyorum. Bunlar farklı hizmet oluşumlarıdır. İslam üzerine kafa yoran farklı gruplardır. Kur’an’ı anlamaya çalışan, Peygamber (s.a.v)’i anlamaya çalışan, bu anlayış içerisinde kendi hayatlarını kuran gruplardır. Bunlara olumsuz bakmıyorum. Farklı hizmet oluşumlarının birbirine hüsnü zan ile, dua ile yaklaşmaları gerektiğini düşünüyorum. “Ya Rabbi! Falanca hizmet gruplarının senin rızana uygun hizmetlerini bekliyorum” gibi dua etmeli. Ama hakikaten Kur’ân’a açıkça aykırı oluşumlar, genel oluşumların dışında zaten.

Hocam Müslümanların okuma serüveninden bahsedermisiniz? Dün okumayan Müslümanlar bugün okumaya başladı, ne gibi değişiklikler oldu?

Bir kere Müslümanın okuması lazım, önce bunu söyleyelim. Okumak lazım, okuması lazım. Bizim kitabımız “OKU!” diyerek başlıyor, öyle ise okumamız lazım. Neleri okumamız lazım; önce Allah (c.c)’ın kitabını okumamız lazım, yani Hâlik bize ne bildiriyor onları bilmemiz lazım. Ondan sonra Peygamberimiz (s.a.v)’i okumamız lazım, sadece sözlerini değil, hayatını da okumamız lazım. Onun ruhani dünyasını da okumamız lazım, Resulullah (s.a.v)’ın kişiğini bütünüyle okuyabilmemiz, gerekli dersleri almamız lazım. Kâinat kitabını okumak lazım, illa yazılı metinlerde değil bilgiler, çiçeğe bakarsınız Allah(c.c)’ın oraya da yazdığı ayetlerini görürsünüz onları da okumak lazım. Onun dışında da okuma bitmiyor, dergiler çıkıyor, gazeteler çıkıyor, dünyada ne olup bittiğini bize anlatan bilgilere de ulaşmamız lazım. Her halükârda okumak lazım. Babaların okuması lazım, annelerin okuması lazım, çocukların okuması lazım, öğretmenlerin çocukları okumaya teşvik etmesi lazım, imamların okuması lazım, yani herkesin okuması gerekiyor.

Hocam peki siz ne tür kitaplar okursunuz?

Biz aylık bir dergi çıkarıyoruz. Aşağı yukarı kırk yıldan bu yana yazarlık yapıyorum, ben 1969 yılından beri basın hayatının içerisindeyim. Siyasi dergiler çıkardık, kültürel dergiler, sanat dergileri çıkardık. Günlük gazete, yazı işleri kadrosunda çalıştık, haftalık makaleler, günlük makaleler yazdık. Bütün bunlar ancak belli bir birikim ile sürdürülebilecek olan şeylerdir. Onun için okumak zorundasınız, beslenmek zorundasınız, çok çeşitli okumak zorundasınız. Hem dini kültürünüz olmalı, hem siyasi kültürünüz olmalı, hem edebi alanda bir kültür birikimine sahip olmanız, dünya edebiyatını okumanız gerekiyor… Tasavvuf kültürünüz olmalı… Bütün bunlar okumayı gerektiren şeyler. Ama öncelikli olarak sağlıklı bir Kur’ân bilgisine sahip olmak gerektiğini düşünüyorum. Yani bir Müslüman zihin dünyasının bunlarla oturduğunu düşünüyorum. Ama dediğim gibi çok geniş bir okuma alanı var ve insanlar kendilerini geliştirmek istedikleri istikamette okumalarını yoğunlaştırabilirler.

Hocam Müslümanların “din içi” tanımı nedir? Sizce böyle bir tanım doğru mudur?

Dinin içinde olanlar var, dinin dışında olanlar var böyle bir dinin içi-dışı ayrımı reddedebilecek bir şey değil. Bir görüş söylerseniz onu din kabul etmez. Böyle bir ayrım söz konusu olabilir, ama bunu dini gerçekten iyi bilen insanların yapması lazım. Bu söz bizim keyfimize göre birilerini biçeceğimiz bir söz haline gelmemeli. Bunlar sağlıklı, doğru şeyler değil ve dinin de kabul edeceği şeyler değil. Mümkün olduğu kadar insanları “dinin dışında” bırakmaktan kaçınmak lazım. Yani tekfir dediğimiz şeyden mümkün olduğunca uzaklaşmak lazım. Bir insan dolmuşa binerken bile “Bismillahirrahmanirrahim” diyorsa onun Müslümanlığının önemsenmesi gerektiğini düşünürüm. Kazandırabiliyorsak, insanlara İslam’ın başka güzelliklerini kazandırmak için çaba göstermeliyiz. Ama “sen dinin dışındasın” deyip herkesin üstünü çizmek mesuliyet getirir. Ben onun İslam’ın benimsediği bir yol olduğu kanaatinde değilim.

Hocam size göre İslam’ın dışında olan bir ilim var mı? Bir ilim İslam’ın dışında olabilir mi?

İslam dışı ilim olur, üzerinde çalıştığınız ilmin muhtevasına bağlı bir şey. Yani ilim başlı başına kutsal bir şey değil. İlim, öğrenmek demek. Mesela, hilekarlığı öğrendiniz. Bu iyi bir şey mi? Hayır. Bazı filmler var mesela televizyonda, banka soymayı öğretiyor. Onun ölçüsünü İslam verir. Yani İslam şöyle kullanırsan şu bilgiyi senin hayrına olur, şöyle kullanırsan şerrine olur diye bildirir. Onun için doğru şeyleri öğrenmek lazım ya da kötülükleri öğreneceksek onlardan kaçınmak için öğrenmeliyiz.

Hocam bir Müslümanın sinemaya bakış açısı nasıl olmalıdır? Sinema kültürü olmalı mıdır?

Kültürün içi nasıl doluyor ona bağlı bir şey. Sinema kültürü dediğimiz şey ne içeriyor ona bakmak lazım. Bu kültürleri öğrendiğimizde kendimizde İslam’ın değer yargılarına uygun değer yargıları oluşuyorsa bu kültürde bir mahsur yok, ama o kültür bizim zihin dokularımızı bozuyorsa o kültür yaramaz bir kültürdür. Muhteva her halükârda en önde. Ama sinema yapılmalı mı? Edebi şiir yazılmalı mı? Tabii edebi eser de yazılmalı, şiirde yazılmalı, hikâye de yazılmalı, filmde çekilmeli. Ama bütün bunlarda özne neyi veriyor, bu önemli. Eğer verdiği mesaj İslam’ın kabul edilebilir bulduğu bir mesajsa aliyyül ala… Bütün bunlar vasıtadır, anlatabiliyor muyum? Bu vasıtaları nasıl kullandığımız önemli.

Hocam toplum olarak güzel olan bir çok şey istiyoruz. Bu güzel olan şeyler karşısında bir bedel ödemeye hazır mıyız, ya da bu bedeli ödemeye hazır hale geldik mi?

Geliriz inşallah. İyi şeyler istiyor olmak da iyidir… Hiç istemiyor olsak, bir de öyle düşünün. Yani toplum iyi şeyleri bile istemez hale gelmiş, mesela böyle bir toplum epeyce tükenmiş  bir toplum olurdu. Yani kir ve çamur içinde bocalıyor, ondan da mutlu oluyor, yani öyle bir toplum düşünün üstü başı çamur içinde kirlenmiş ve mutlu. Halbuki bir de tamam ayağına çamur bulaşmış ama ben bu çamurdan bir an önce çıkayım iradesini sergileyen bir toplum. O toplumun olması iyi ama onun gerektirdiği bedeli ödemek, belki o noktalarda zaaflarımız var toplum olarak, insan olarak. Her insan iyi şey ister ama o bir gayreti gerektirir, bedel dediğimiz şey odur. O gayreti bulma, o bedeli ödeme noktasında toplum önderlerinin teşvik etmesi lazım, topluma bu manada önderlik etmek lazım.

Hocam toplum olarak Müslüman olmamıza rağmen Türkiye’de bir milliyetçilik duygusu var, bunu neye bağlıyorsunuz? Kürt-Türk açılımının yapılmasının nedenlerinden bir tanesi de budur.

Tabi milliyetçilik, kavmiyetçilik, bunlar nedir? Burada kavram karışıklığı da var. Ümmet nedir? Bunlar nerede buluşur, nerede ayrılır? Sağlıklı bir İslami şahsiyet dokuyuşu, demin de söyledim zihinsel problemler var, hayatımıza dair problemler var. “İslam bizi ne kadar belirliyor?” çok ciddi bir soru. Bunu Altınoluk dergimiz, “Şimdi kardeşlik ve sevgi zamanı!” şeklinde bir kapak yaptı. Resulullah Efendimiz (s.a.v)’in etrafında Arap vardı, İranlı vardı, Habeşistanlı vardı, Rum yöresinden gelen Süheybi Rumi vardı. Bütün bunları İslam ortak potasında yoğurdu, yani “Siz Müslümansınız, bundan sonra kavmiyetçilik yok, Arabın Arap olmayana üstünlüğü yok, üstünlük ancak takva iledir” dedi. Müslüman zihniyeti bu. İnsana bakışı kavmi bağlılıklara bakışı bu. Arap, Arap olarak kalsın; İranlı İranlı olarak kalsın; Rum, Rum olarak kalsın; Habeş, Habeşli olarak kalsın. Onun rengini beyaza boyama. Bilal-i Habeşi’nin, rengini beyaza boyama diye bir derdi olmasın Müslümanın. Ya da “Sen Habeşliliğini inkâr et, Arap ol!” böyle bir şeyi de yok Müslümanın. Onlar öyle kalsın, çünkü onları insan kendisi seçmiyor, yani kavmi aidiyetimizi kendimiz seçmiyoruz. Türk de, Kürt de, Arap da ahireti unutmadan değerlerini ortaya koyması lazım. Ahirette ne işe yarıyorsa ona bakmak lazım. Ahirette işe yaramayan bir işin peşinden koşmamak lazım.

Hocam Türkiye’de tam anlamıyla demokrasi var mı?

                Tam anlamıyla demokrasi nedir? Önce bu sorulabilir. Belki demokrasiyi şu açıdan önemsiyoruz; her toplum kendisi nasılsa öyle yönetilir. Yani toplum kendi içinden temsilcisini seçer ve o temsilcileri değiştirme hakkına sahiptir, yanlış yaptığında değiştirir. Şekli budur, sağlıklı işleyen demokrasi budur. Halkın dediği mutlak doğrudur, bunu söylemek her zaman doğru olmaz. Toplum yanlış kanaatlere de sahip olabilir. Onun için doğrunun veya yanlışın tespiti çoğunluk iradesiyle olmaz ama toplum kendi temsilcilerini seçsin mi? Evet, seçsin. Toplum kendisini yönetecek olanları seçsin ve kendi reyiyle değiştirsin. Türkiye’de bu konuda sorun var. Demokrasi, bu anlamda problemli bir demokrasi. Zaten Türkiye sağlıklı bir demokrasiye sahip olmadığını biliyor ve onu aramak için çaba sarf ediyor. Şu günlerde de, anayasa değişikliği gibi arayışlar, sistemi daha normalleştirmek için yapılan arayışlardan ibaret. Dolayısı ile daha bir süre yol almamız gerekiyor daha sağlıklı bir demokrasiye varmak için.

Hocam bu gelişmelerden ileriye dönük baktığınızda, belki 2045, belki 2050’lerde Türkiye’nin dünyadaki konumu nasıl olur?

Türkiye’nin iyiye doğru gittiğini düşünüyorum, tabii zorluklar yaşadı, en başında da sistem zorlukları yaşadı Türkiye. Ben ona “sistem sancısı” diyorum. Sistem sancısından kurtulduğu ölçüde, toplum ilişkileri daha sağlıklı hale geldiği ölçüde, devlet toplumdan korkmadığı ve toplumun pozitif atılımlarının önünü kesmediği takdirde Türkiye’nin ciddi bir büyüme, etkinlik potansiyeli var bu dünyada. Bu sadece kendi toplum ve coğrafya ile kurduğu bağlar ve akrabalıkları sebebiyle de böyle bir potansiyele sahip Türkiye. Bunun için o kadar uzun bir tarih gerekir mi, zannetmiyorum. İç sancımızı ne kadar süratle giderebileceğimize bağlı, kendi ayaklarımıza kurşun sıkma, kendi ayaklarımıza pranga bağlamaktan kurtulduğumuz takdirde Türkiye’nin gerçekten iyi bir potansiyeli var.

 

RÖPORTAJ: Feyyaz KALKAN

Kayıt Ol



Üye Girişi